makale

Tom Berrack doktrini

Ortadoğu’da son on beş yılda uygulanan strateji, artık geçici bir istikrarsızlık dönemi değil, kalıcılaştırılmak istenen bir kontrol düzenidir. ABD, İsrail ve İngiltere merkezli olarak geliştirilen bu düzen, klasik devletlerarası çatışmaların ve sabit sınırların ötesinde, işlevler ve pozisyonlar temelinde yeniden kurgulanmış bir bölgesel egemenlik rejimini ifade etmektedir.

HAKKI TEKİN

Ortadoğu’da son on beş yılda uygulanan strateji, artık geçici bir istikrarsızlık dönemi değil, kalıcılaştırılmak istenen bir kontrol düzenidir. ABD, İsrail ve İngiltere merkezli olarak geliştirilen bu düzen, klasik devletlerarası çatışmaların ve sabit sınırların ötesinde, işlevler ve pozisyonlar temelinde yeniden kurgulanmış bir bölgesel egemenlik rejimini ifade etmektedir. Bu rejimin temel karakteri, artık sınırları değil, rolleri esas almasıdır. Harita yerine işlev, egemenlik yerine aparat, halklar yerine vekil güçler temelinde kurulu bir yapı inşa edilmektedir. Devletler de halklar da artık yalnızca kendi gerçekliklerine göre değil, bu küresel dizayn planının ihtiyaçlarına göre var olabilmektedir.

Yeni Ortadoğu düzeni, güçlü, merkezi, bağımsız karar alma kapasitesine sahip devletleri bir tehdit olarak görmektedir. Bu nedenle Türkiye, İran, Suriye, Irak ve Lübnan gibi devletlerin doğrudan yıkılması değil, içten çözümlenerek işlevsiz ve dışa bağımlı hâle getirilmesi hedeflenmektedir. Devletler iç krizler, ekonomik zorluklar, mezhep ve etnik çatışmalar üzerinden içeriden zayıflatılmakta, böylece her biri kendine biçilen rolü yerine getiren, bağımsız karar alamayan ama kullanılabilir pozisyonda tutulan aktörlere dönüştürülmektedir. Hiçbir devletin kendi ajandasını belirleyemediği ama her birinin bölgesel pazarlıklarda kart olarak kullanıldığı bir stratejik harita oluşmuştur.

Burada geniş bir parantez açmak gerekmektedir. Bu stratejinin devletler ve halklar için ne anlama geldiğini açıklamak kontrollü kaosun anlaşılması için son derece önemli olacaktır.

Son dönemde ABD’nin Türkiye büyük elçisi ve Süriye özel temsilcisi olan Tom Berrak’ın ‘tek devlet, tek millet, tek ordu’ ve federalizme karşı olması gibi açıklamaları merkezi devlet politikalarıyla çelişmemektedir. Önce ulus-devletleri zayıflatma, parçalama söylemi ve pratiğiyle şimdi de merkezi ulus-devletleri güçlendirme girişimi bir çelişki değil kontrollü bir stratejik senaryonun iki farklı aşaması olabilir. ABD-İsrail ekseni Ortadoğu’da istikrar adı altında ulus-devletleri içten çökerterek, zayıf, parçalanmış, kendi kendine karar alamayan devletler yarattı. Böylece birçok ulus-devlet zayıflatıldı, parçalandı, dışa bağımlı oldu ve verilen rolleri kabul eder pozisyona soktu. Bununla birlikte halklar özne olmasın, alternatif yönetimler oluşmasın diye yerel yapılar silahlandı, kullanıldı, sahte vaatlerle önleri tutularak kontrol altına alındı. Kontrollü kaos teorisi tam da burada devredeydi. Ne tam çözüm ne tam yıkım ve ne tam devrim sürekli kontrol edilen bir kriz hali stratejisi uygulandı.

Stratejiye göre ikinci aşamaya geçilmiş durumda, Tom Berrak’ın açıklamasını erken ifşa olarak ele almak gerekir. Çünkü süriye demek Ortadoğu Laboratuvar demektir. Bu seçilmiş devlet üzerinden yeniden toparlanma sürecine sokuluyor. Ama bu kendi inisiyatifleriyle değil. Buradaki amaç artık kaos değil, güvenlikli alanlar kurmak bölgesel dengeyi koruyacak kontrollü devletler yaratmak. Bunun için oluşturulacak olan kontrollü devletlerin özelikleri, verilen rolü kabul edecek, tam egemen değil, güvenlik partneri olacak, İsraillin güvenliğini, Pazar alanını koruyacak, İran karşıtı denkleme entegre edilecek ve içte oluşacak olan yeni devrim seslerine birlikte müdahale edilecek. İşte burada Kürt halkının hakları baskı altına alma ya da kabul edilebilir düzeyde tutma stratejisi uygulanacak. Devam edelim…

ABD-İsrail ve İngiltere Ortadoğu dizayn sürecinde devletler düzeyinde ikinci aşamaya geçme hazırlıklarını ‘güvenlikli devletler, kontrollü alanlar’ girişimleri bu anlayışın stratejik ayaklarındadır.

Devletler düzeyinde bu süreç başlama aşamasındayken bu dizaynın ikinci ve daha derin boyutu halklara ilişkin olanıdır. Halklar özne olmamalı, sadece işlevsel kılınmalıdır. Dini, etnik veya kimliksel farklar bir zenginlik değil, parçalama ve yönlendirme aracı olarak kullanılmaktadır. Sünni–Şii, Arap–Kürt, Türk–Kürt, Dürzi–Sünni, Hristiyan–Müslüman gibi tüm fay hatları, bölge halklarının iç savaşlara sürüklenmesi ve dış müdahalelere açık hâle getirilmesi için kullanılmıştır. Bu planın özü şudur, Devletler merkezî olmamalı son noktada rol ve işlevini kabul etmeli, halklar öz irade kazanmamalı. Herkes, bu kontrol sistemine göre yeniden tanımlanmalıdır.

Kürt halkına biçilen rol ise bu sistemin merkezindedir. Kürtler dört parçada bölünmüş, kimliksiz bırakılmış, statüsüz kalmış bir halk olarak uzun süredir direniş göstermektedir. Bu direnişin yarattığı tehlike, yalnızca bölgesel değil, küresel hegemonya açısından da dikkate alınmaktadır. Çünkü öz iradesini oluşturan, örgütlülüğünü geliştiren ve özgürlük çizgisiyle hareket eden bir Kürt halkı, yalnızca ulus-devletlerin baskıcı yapısını değil, aynı zamanda ABD–İsrail merkezli stratejik dizaynı da boşa çıkarma potansiyeli taşır. Bu nedenle Kürt halkı, statü kazanan bir özne değil, gerektiğinde kullanılacak bir kart, işlevsel bir aparat, geçici bir denge aracı olarak konumlandırılmak istenmektedir.

Bu pozisyon açıkça şunu dayatmaktadır, Kürtler devletsiz, parçalı, nesnel ve yönlendirilebilir kalmalıdır. Onlara bir hak ya da özgürlük değil, bir rol verilmektedir. Bir hak verilse de rol gereğidir. Bu rol, kimi zaman İran’a baskı kurmak, kimi zaman Türkiye’ye karşı dengelemek, kimi zaman Şam’a mesaj vermek, kimi zaman da İsrail’in çevre güvenliğini sağlamak için öne çıkarılmaktadır. Hiçbirinde Kürtlerin iradesi belirleyici değildir. Her durumda onlar bir başkası adına sahneye sürülmekte, daha sonra kenara itilmektedir. Bu pozisyon artık örtük değil, sistematik bir stratejiye dönüşmüştür.

Yeni Ortadoğu Dizaynında Türkiye ve Suriye’nin Verdiği Tavizler

ABD–İsrail merkezli yeni Ortadoğu dizaynı artık bir varsayım değil, uygulanmakta olan fiili bir stratejik rejimdir. Bu düzen, sınırları yeniden çizmekten çok, rolleri yeniden dağıtan bir düzenlemeye dayanır. Sadakat, aparat, kontrol edilebilirlik ve işlevsellik, devletler ve halklar için belirleyici kriterler haline gelmiştir. Bu bağlamda Türkiye ve Suriye’nin üstlendiği roller, verdikleri tavizler ve Kürt halkının bu tabloda nasıl araç sallaştırıldığı sorusu kritik hale gelmiştir.

Türkiye, bu stratejiye uyum sağlamak için çok yönlü ve derin tavizler vermiştir. Dış politikada İsrail’le yakınlaşmış, Doğu Akdeniz ve Filistin konularında sessizliğe gömülmüş, İran karşıtı cephede rol almış, süriyede kalıcı işgal planına razı göstermiştir. İçeride ise Kürtlerle yürüttüğü müzakereyi uzatarak zaman kazanmış, aynı anda Suriye’nin kuzeyine askeri ve vekil güçlerle yerleşerek ABD–İsrail stratejisine fiilen entegre olmuştur. Türkiye’nin bu şekildeki pozisyonu hem Suriye’nin egemenlik alanlarını zayıflatmış hem de Kürt halkının siyasi inisiyatifini sınırlamıştır. Böylece ABD’nin “denetlenebilir Kürt kartı” planına katkı sağlamış, karşılığında bölgesel rol ve koruma beklentisine girmiştir.

Suriye ise artık klasik anlamda bir devlet olma vasfını yitirmiştir. Fiili kontrol farklı güçlerin eline geçmiştir ve ülke parçalı bir yapıya dönüşmüştür. Suriye’nin merkezi yapısı çökmüş, kalan sembolik yapı ise kendisine biçilen rolü oynayarak sistemde yer almaya çalışmaktadır. Bu bağlamda verilen en büyük taviz, İran ve Lübnan’a sınır getirmesi ve Golan Tepeleri konusunda İsrail’e resmi onay verilmesidir. Aynı zamanda Suriye, Arap–İsrail normalleşme sürecine adım adım dahil edilerek Abraham Anlaşması dizaynına yaklaştırılmıştır. Bu durum, rejimin varlığını sürdürebilmek adına egemenlikten feragat ettiğini göstermektedir.

Her iki devlet de ABD–İsrail eksenli düzene entegre olabilmek için Kürt kartını bir pazarlık aracı olarak kullanmış, Kürt halkının öz iradesini bastırmayı ortak çıkar alanı haline getirmiştir. Bu tablo, ABD temsilcisi Tom Barak’ın açıklamalarında açıkça teyit edilmiştir. “Tek millet, tek ordu, tek hükümet” vurgusu, federalizm ve özerklik gibi kavramların reddi, aslında yapılan çok yönlü antlaşmaların dışa vurumu ve Kürt halkına yönelik bir tasfiye planının ilanıdır. Tom Barak’ın dili sadece Erdoğan’a benzememekte, Erdoğan ve bölgedeki yeni düzenleyici aktörlerle aynı senaryoyu sahnede oynamaktadır.

Tom Berrak’ın hem Ankara hem de süriye özel temsilcisi olması, onun aynı anda iki karşıt kutup arasında denge değil, koordinasyon görevi üstlendiğini gösteriyor. Lübnan kökenli olması ve Arap dünyasında kabul gören bir figür haline gelmesi, onu sadece ABD’nin değil aynı zamanda Arap milliyetçiliğiyle yakın ilişki kurabilecek biri haline getiriyor. Bu da Kürt karşıtı blok içinde hem Arap hem Türk taraflarını birleştirme potansiyeli taşıyan bir figür olduğunu düşündürüyor. Bu sadece bireysel bir ilişkilenme değil ABD başkanı Trumpun özel elçisi olması işi daha kapsamlı kılması açısından önemsenmesi gerekir. Ortaya konulan strateji başarı olursa büyük ihtimalle tarih bu dizayn sürecine ‘Ton Berrak antlaşması’ diyecektir.

Tom Berrak doktrini nedir? ABD’nin Ortadoğu’da ulus-devlerin içini boşaltarak dışa bağımlılaştırma, halkları özne olmadan sadece işlevsel rollere indirgeme stratejisinin diplomatik-pragmatik formülasyonudur. Bu doktrin, klasik askeri müdahale ve rejim değişikliği döneminden sonra daha sofistike bir jeopolitik mühendislik modeli olarak ortaya çıkmıştır. Berrak’ın temsil ettiği çizgi özellikle körfez ülkeleri, Türkiye ve süreye gibi devletleri çıkar ve işlevsel eksenli antlaşmalar yaparak, saha da ise halkları, etnik kimlikleri mezhep yapıları ve azınlık gruplarını vekil güçler olarak konumlandırarak bölgesel istikrarı ve kontrollü işlevsellik yaratmayı hedefler. Bunun için halkların demokratik öznelleşmesini değil güvenlikçi yapılar, partner devletler eliyle denetlenebilir güvenlik eksenli bir eritme politika güdülerek tek devlet, tek ordu, tek millet ve tek hükümet sistemi içinde varlıklarını geliştirmek. Çözülen rejimler yerine demokratik sistemler değil, vekil aparat ağları geliştirmek.

Bu doktrinin özü, Ortadoğu halklarının kendi öz iradeleriyle sahneye çıkmasına asla izin verilmeyecek, ancak denetlenebilir işlev, rol ve sadakat gösterdikleri sürece varlıklarına göz yumulacaktır.

Bu bağlamda yapılan açıklama, Kürtlerin yalnızca denetlenebilir birer aparat olarak var olmasına izin veren, özgürlük ve özneleşme taleplerini ise açıkça tehdit gören bir stratejinin dışavurumudur. Kürt halkı bu oyunun merkezindedir, ancak özne olarak değil, stratejik bir kart, araç ve denge unsuruna indirgenmiş bir pozisyonda tutulmaktadır. Verilen tavizler, yalnızca Kürtlerin tasfiyesini değil, halkların öz iradesinin bastırılmasını da beraberinde getirmektedir.

Kürt Kartı ve Araç sallaştırma Stratejisi.

ABD–İsrail merkezli Ortadoğu stratejisinin en belirgin araçlarından biri Kürt kartıdır. Bu stratejide Kürt halkı, bir halk olmaktan çok, dengeleri bozmak veya kurmak için elde tutulan bir “işlevsel kart” gibi değerlendirilmekte, öz iradesi, tarihsel hakları ve demokratik talepleri görmezden gelinmektedir. Irak’ta, Suriye’de, İran’da ve Türkiye’de Kürtler, hiçbir yerde çözüm gücü olarak değil, krizleri yönlendirme ve devletleri hizaya getirme aracı olarak ele alınmaktadır.

Bu sistemde Kürtlere devlet, statü veya eşit yurttaşlık gibi taleplerin değil, sadakat ve rol üstlenme pozisyonunun tanındığı açıktır. demokratik özgür ve eşit düzeyde gelişecek statülere karşıdırlar, çünkü güçlü ve merkezi devlet, öznelleşmiş iradeli örgütlü halk kontrollü kaos stratejisinde yerleri olmayan gerçeklerdir. Bundan dolayı Kürtlerin demokratik konfederal sistem talepleri reddedilmekte, bunun yerine onları denetim altında tutacak “vekil güçler” yaratılmaktadır. Özerklik ya da federalizm gibi kavramlar ise yalnızca taktiksel olarak kullanılmakta, kriz anlarında öne sürülmekte, sonra rafa kaldırılmaktadır. ABD elçisinin “tek millet, tek ordu, tek Suriye” açıklaması bu anlamda son derece çarpıcıdır, Artık sahte vaatler dönemi değil, açık inkâr ve tasfiye dönemine geçilmiştir.

Bu stratejide yalnızca öz iradeli Kürt hareketleri değil, tüm Kürt halkı tasfiye tehdidi altındadır. Irakta bile federatif yapıyı lağvedip iller düzeyinde bir sistem geliştirilmek istenmektedir. Kürt halkının yeni yüzyılda örgütlü halk iradesiyle özgür statü hedefleri ve çizgileri bu araç sallaştırma düzenine doğrudan meydan okumaktadır. Halkların kendi öz gücüyle örgütlenmesini esas alan, dışsal güçlere değil içsel örgütlenmeye dayanan bir strateji,hem statükocu devletlerin hem de küresel hegemonyanın çıkarlarıyla çelişmektedir.

Özellikle demokratik ulus ve demokratik konfederal çizgisi, vekil güç mantığını reddetmesi, halklara kendi kaderlerini tayin etme gücü vermesi bakımından kontrol edilemeyen bir alan yaratmaktadır. Bu nedenle hem dışsal güçler hem de onların içerideki aparatları, bu çizgiyi tasfiye etmeyi stratejik hedef haline getirmiştir. Kimileri “devlete engel oluyor” diyerek, kimileri “bağımlı ve teslimiyetçi” diyerek bu çizgiyi karalamaya çalışmaktadır. Oysa her iki propaganda hattı da, halkların araç sallaştırılmasına hizmet eden aynı merkezin ürünüdür.

Bugün üçüncü çizgi siyaseti, yani ne devlete teslimiyet ne de dış güce aparat temelindeki direnişçi yol, Ortadoğu’nun en gerçekçi ve en tehditkâr paradigmasıdır. Çünkü bu çizgi ne petrol sahalarını pazarlık konusu yapar, ne de halkların direniş gücünü dışsal güçlere meze eder. Bu çizgi, kendi kendini inşa eden, dışa değil topluma yaslanan bir sistem önerir.

Dolayısıyla ABD ve İsrail’in çizdiği yeni Ortadoğu haritasında, Demokratik ulus, Demokratik konfederal statünün çizgisi fazlalık değil, açık tehdittir. Tasfiye edilmek istenen sadece ideolojik bir yönelim değil, aynı zamanda halkların ortak direniş kapasitesidir. Bu nedenle yalnızca Kürtler değil, Araplar, Türkmenler, Asuriler, Dürziler ve tüm ezilen halklar bu tehdit altındadır. Ve bu nedenle bu çizginin sahiplenilmesi, yalnızca Kürtlerin değil tüm bölgenin özgürlük sorunudur.

Stratejik Dönemeç.

ABD’nin hem Türkiye hem de Suriye temsilcisi sıfatını taşıyan bir elçinin, Ankara merkezli bölge dizaynına kalkışması, Erdoğan’ın diliyle konuşarak “tek millet, tek ordu, tek Suriye” demesi, sıradan diplomatik bir gaf değil, stratejik bir yön tayinidir. Bu açıklama bir süredir adım adım inşa edilen yeni Ortadoğu düzeninin resmî ilanıdır. Artık roller belirlenmiştir, sahadaki aktörler gri çizgilerle ayrılmıştır, Kim araçtır, kim özne olmak istemektedir ve bu yüzden hedefe konulmuştur.

Bu açıklamanın zamanlaması da manidardır. İran’a karşı İsrail saldırısı gerçekleşmiş, PJAK bu çatışmada “biz taraf değiliz” ‘ üçüncü çizgiyiz’ diyerek bağımsız duruş göstermiş, Rojava ise kendi hattını korumaya çalışmıştır. Aynı süreçte Türkiye, Önder Apo çizgisiyle bir müzakere süreci yürütüyor izlenimi verirken, sahada tüm imkânlarını bu çizgiyi tasfiye için seferber etmiştir. Bu durum ABD–İsrail için tehlikeli bir gelişmedir. Çünkü onların planı, Kürt halkını araç sallaştırmak, ama özneleşmesine izin vermemektir. Türkiye ise bir tür “çift taraflı oyun” kurarak hem bu çizgiyi yıpratmakta hem de kendi pozisyonunu bu plana dahil ederek korumaktadır. Tam da bu noktada, elçinin açıklaması Türkiye’ye verilmiş bir ödül gibidir.

Aynı şekilde Suriye rejimi de ABD–İsrail dizaynına boyun eğmiş görünmektedir. Golan Tepeleri ’nin İsrail’e devri konuşulmakta, İbrahim antlaşmasına katılmakta, Türk işgaliyle bir çok yer istila edilmekte, Suriye’nin ulusal egemenliği fiilen parçalanmışken, “tek Suriye” söylemi bir tiyatroya dönüşmektedir. Bu tiyatronun yazarı da yönetmeni de bellidir.

Türkiye, Kürt kartını içerde ve dışarda baskı aracı olarak kullanarak pozisyonunu ABD–İsrail eksenine sabitlemiştir. Karşılığında ise Kürtlerin tasfiyesine açık onay almıştır.

Suriye, artık kendi egemenliğini kaybetmiş, HTŞ ve Colani gibi ABD onaylı yapılar aracılığıyla yönetilmekte, İran ve Rusya faktörü ise sahadan çekilmekte veya izole edilmektedir.

Kürtler, özellikle de Önder Apo çizgisi, araç sallaştırma sistemine boyun eğmediği için doğrudan hedefe konulmuştur. Özerklik, konfederalizm, halkların demokratik birliği gibi talepler, “tek ordu–tek devlet” şiarlarıyla ezilmek istenmektedir.

Bu şartlar altında ortaya çıkan stratejik tablo şudur, Ortadoğu halkları ya bu yeni haritada birer araç olacak ya da Önder Apo çizgisinde olduğu gibi öz iradelerini kuracak. Araçsallaşma, sadakat ve teslimiyet karşılığında geçici bir statü vadedebilir. Ama bu, halkların geleceğini, tarihini ve onurunu bir daha geri dönüşsüz biçimde teslim etmek anlamına gelerek, halklarla çatıştırmayı, eldeki vurucu bir sopaya indirgeme olacaktır.Stratejik kırılma tam da buradadır.

Ortadoğu’da bir çok kez denetim altına alma, dizayn etme planları karşılığında halklar kültür gereği direnerek  bu stratejileri boşa çıkartmıştır. En son stratejide halkı bir kalıba sokma, kültürleri masa başı şemalarla  dizayn etme konseptleri tutmayacaktır. Aksine bu stratejiler halkları büyük bir patlama noktasına çekerek bu stratejileri yerle bir etmenin maddi ve toplumsal zemini yaratmıştır. Dolayısıyla süreç hala netleşmemiş ve savaş devam etmektedir. Bu süreçte en önemli olan doğru siyaset, doğru ittifak, güçlü halk örgütlülüğü ve öz savunma iradesidir. Bu özelikleri koruyan halklar sürece damgasını vuracaktır.

Bu nedenle bugün görev, bu açıklamayı ifşa etmek değil, anlamlandırmak ve halklara gerçek seçeneği göstermektir. Elçinin sözleri yalnızca ABD’nin değil, tüm sistemin Kürt halkına biçtiği rolü açığa vurmuştur. Şimdi bu hakikatle yüzleşme zamanıdır. Artık sahte vaatlerin, “sizi tanıyacağız” diyen oyalamaların değil, toplumsal örgütlülüğün, halkların ittifakının, özneleşmiş bir stratejik çizginin zamanıdır.

Related Articles

Leave a Reply

Your email address will not be published. Required fields are marked *

Back to top button