makale

Reel Sosyalizmle Teorik Hesaplaşma ve Demokratik sosyaliz Paradigmanın Cevabı

Reel sosyalizmin tarihsel çözülüşü, sadece dışsal saldırılar ya da teknik yetersizliklerle açıklanamayacak kadar derin bir sorunsal taşır.

 

 

Hakkı tekin

Bu çözülüş, devrimci iddialar taşıyan bir projenin, zamanla kendi içindeki bilgisel, örgütsel ve zihinsel çelişkilerle çöküşe sürüklenmesinin ifadesidir. Reel sosyalist deneyimler, iktidarı devirmekle özgürleşmenin sağlanamayacağını, devletin ele geçirilmesinin toplumu özgürleştirmediğini ve en önemlisi de devrimin, yalnızca iktisadi bir dönüşüm değil, aynı zamanda zihniyet, ahlak ve yaşam biçiminin dönüşümü olduğunu gösteren tarihsel laboratuvarlardır.

Bu çözülüşün temelinde, Marksist-Leninist epistemolojisinin ve örgüt anlayışının taşıdığı tek yönlü çizgi yer alır. Marksizm yalnızca bir teorik çerçeve değil, aynı zamanda bir sistem mantığıdır. Bu sistemin kuruluş noktası, tarihin nesnel yasalarla işlediği, sınıf çelişkileriyle devrimin zorunlu olduğu bu zorunluluğun bilincine varan öncülerin devrimi örgütleyeceği varsayımıdır. Bu varsayım, bilgiyi nesnel ve merkezi kılar, siyaseti ise o bilginin uygulama süreci olarak tanımlar. Bu nedenle marxsın materyalist tarih anlayışı, leninin de merkezi parti modeline, oradan da Sovyet tipi devlet sistemine evrilmiştir.

Bu çözülüşün temelinde, Marksist-Leninist epistemolojisinin ve örgüt anlayışının taşıdığı düz çizgisel çizgi yer alır. Leninist modelin merkezinde yer alan “öncü parti”, kendini halkın dışında, ona bilgi ve bilinç taşıyan merkezi bir akıl olarak konumlandırır. Bu yapı, devrimci bilinci halkın kendisinde değil, onun dışındaki “aydın” kadrolarda tanımlar. Burada bilgi iktidarın merkezine yerleşir. Bundan dolayı öncü parti fikri, bilgisiyle birlikte hakikatin taşıyıcılığını merkez komiteye devreden dışsalcı bir anlayıştır. Bu model tepeden aşağıya indirgenmiş bilinç kavrayışı, diyalektiği dondurur, çünkü halk edilgenleşir. Bu örgüt yapısı, zamanla halkın yerine geçen bir devlet formuna dönüşür. Sovyet sistemi, bu örgüt mantığının makro düzeyde kurumsallaşmış biçimidir. Ekonomik kamulaştırmasıyla siyasal merkeziyetçiliğin iç içe geçtiği bu modelde, halk öznelleşemez, kadın özgürleşmez, doğa korunmaz. Çünkü sistem, halkın bilgisine değil, merkezin ve dışsal iradenin bilgisinin halk üzerine uygulanmasına dayanır.

Reel sosyalizm, ekonomik üretim alanında kolektifleşmeyi gerçekleştirse de, bu kolektivizm çoğu kez özgürlükle değil, dıştan determinist çizgide ifadesini bulan merkezi planlamayla özdeşleşmiştir. Ekonomik planlamada halkın doğrudan söz hakkı olmamış, toplumsal ihtiyaçlar çoğunlukla yukarıdan belirlenmiştir. Doğa, sanayileşmenin nesnesi haline gelmiş, üretici güçler geliştikçe sosyalizmin ilerlediği varsayılmıştır. Bu yaklaşım, kapitalist üretim felsefesinin başka bir biçimde sürdürülmesinden başka bir şey olmamıştır.

Bu nedenlerle reel sosyalizm, yalnızca bir uygulama hatası değil, paradigmatik bir daralma ve iç kriz yaşamıştır. Toplumu yeniden inşa etmesi beklenen bir proje, zamanla toplumu kontrol altına almayı hedefleyen bir sistem haline gelmiş, devrim kendine karşı dönüşmüştür. Bu durumun sadece pratik değil, aynı zamanda kuramsal bir eleştiriyle aşılması gerekir. İşte Demokratik Toplum Sosyalizmi bu noktada toplumun içsel gelişim diliyle tarihsel bir müdahale olarak ortaya çıkar.

Bir gerçeği konu bağlamında açıklığa kavuşturmak gerekir. Marksizm diyalektiği reddetmemiş, ancak onu canlı bir toplumsal akış olarak değil, tarihsel zorunluluk şemasına indirgemiştir. Çelişkiyi tanımış bu çelişkiyi yaşamın içsel devinimi değil, önceden belirlenmiş evrelerin geçiş mekanizması olarak ele almıştır. Bu yaklaşım, toplumun kendi iç iradesini, ahlaki-politik yönünü ve çoğul gelişimi bastırır. Devrim dışsal bir müdahale ve bilinç taşıma sürecine dönüştürür. Dolayısıyla Marksizm’de, diyalektik ve çatışmayı tanır ama diyalektiğin canlı ilişkisel bir akış olarak değil, çizgisel bir zorunluluk ve tek yönlü bir yasa haline getirir. Tarih, bu anlayışla bir zorunlulukla ilerler, ilkel toplumdan, köleci, feodalizm, kapitalizm, sosyalizm ve komünizme zorunlu olarak ulaşır. Bu şema, süreci içeriden gelişen bir akış olarak değil, önceden belirlenmiş evrelerin dışsal belirlenimlerle geçilmesi şeklinde ele alır. Diyalektik, böylece yaşamla birlikte akan bir düşünce yöntemi olmaktan çıkar, donmuş bir tarih yasasına dönüşür. Bundan dolayı çelişki vardır ama bir akış şeklinde değil önceden çizilmiş evrimsel bir hattın dişlisi halidir artık. O yüzden diyalektik varlığını sürdürür, ama akışkanlıktan zorunluluğa sabitler.

Bundan dolayı bu yaklaşım sonucunda zamansal düzeyde, tarih doğrusal bir hatta ilerler. Örgütsel düzeyde, toplumun kendi iç devinimi ve ahlaki-politik öz örgütlenmesi bastırılır. Bunun yerine, yukarıdan kurulan bir bilinç taşıyıcısı, örgüt süreci yönetir. Böylece toplum, özne değil, nesne haline getirilir. Bilgi düzeyinde, bilgi merkezileşir. Bilmek, tanımlamak, adlandırmak ve yönetmekle özdeşleşir. Bu da bilgiyi ilişkisel, duygusal ve sezgisel düzlemden koparır, onu teknik, ideolojik bir dayatma aracına dönüştürür.

Demokratik sosyalist yaklaşımda ise, diyalektiği yeniden canlı ilişkisel bir akışla çelişkiyi yaşamın, maddenin içindeki devinimle, ilişkisel, ahlaki ve duyumsal düzleme çeker. Çatışmayı sadece yapısal değil, aynı zamanda anlam kurucu bir karşılaşma olarak tanımlar. Toplum kendi iç çelişkileriyle var olur ama bu çelişkiler hiyerarşik değil, yataydır, zorunlu değil özgürleşmeye açıktır, soyut değil yaşamsaldır. Dolayısıyla demokratik sosyal bilim anlayışında, toplumsal süreci dışsal müdahalelerle değil, içsel iradeyle anlar. Zorunluluk değil, ahlaki-politik tercih temeldir. Çelişki, bastırılacak bir hata değil, anlamı doğuran dinamik olarak kabul edilir. Öncülük, yukarıdan bilinç taşıma değil, ilişkiyi kuran, anlamı yaratan, etik bilinçle yaklaşan, hakikati açığa çıkartan, özgürlüğü paylaşan bir toplumsal var oluş tarzına dönüşür. Dolaysıyla, demokratik sosyal bilim, donmuş diyalektiğin çözülmesidir. Zihniyetin, yaşamın ve örgütün iç içe geçtiği, sürekli yeniden kurulan bir toplumsallıktır. Bu nedenle, tarihin akışı, önceden çizilmiş evreler değil, halkların, kadınların, komünlerin, öz örgütlülüğün, ilişkilerin ve direnişlerin canlı, çoğul ve duyumsal öngörüsüdür.

Demokratik sosyalist paradigma, reel sosyalizmin taşıyamadığı bu içsel dönüşüm yükünü sahiplenerek, devrimin anlamını yeniden tanımlar. Devrim,  iktidarın, devletin ele geçirilmesi değil, iktidarın, devletin  toplumsal alandan, hem zihniyet hem form olarak çıkartılması, anlamsızlaştırması gerekir. Bunun olması için diyalektiksel olarak içsel dönüşüm iradesi ve öz iradenin örgütlenmesiyle mümkündür. Dolayısıyla Öncelik, sistemin veya merkezi hiyerarşik  örgüt yapısında değil, toplumun kendini öz-yönetimle, ahlaki normlarla, çok kimlikli birliklerle ve kadın özgürlüğüyle örgütlemesindedir. Burada öncülük artık bilgi taşıyan bir merkez değil, toplumla birlikte öğrenen, dönüşen, ilişki kuran, rehberlik eden bir nitelik kazanır. Burada önemli ayırım, toplumun içsel gelişim yasasıyla toplumsal kimliklerin geliştiğini, dıştan yaklaşımın tahakküm ve nesneleştirme dışında bir sonuç vermeyeceğinin anlaşılmasıdır.

Reel sosyalizm, Çok güçlü bir halkçı, toplumcu ve farklılık gibi hakikatleri irade ve devrimci inançla yola çıkılmış olsa da, öznelleşmenin merkezine bu farklılıklar ve halkın kendisi değil, onun adına yöneten kadrolar yerleştiğinde, niyet ne kadar özgürlükçü ve eşitlikçi olursa olsun, pratik sonuç, donmuş bir diyalektiğe dönüşebilir. İçsel anlamda ideolojik  mücadele verilse de bütün bunlar halkın içinden değil de, onun adına örgütlenince, diyalektiğin Özsel akışı, yani yaşamın içsel gelişimi dışsallaştırılmış olur. Oysa diyalektik, halkın kendi içinden doğan, kendi iç devinimi, ritmiyle akan bir dönüşüm yasasıdır. Dışarıdan verilen hiçbir yön, ne kadar devrimci olursa olsun, bu akışı nihayetinde dondurur. Bu nedenle, gerçek toplumculuk yalnızca halk içinde yaşamakla değil, kendini aşmış ama halk olarak yaşamak mümkündür. Aksi halde, devrim adına, halk adına, doğa adına, kadın ve toplum adına konuşurken, tam da konuştuğumuz şeyin öznesini gölgede bırakır, onun yeri işgal edilir. Bu ise, mücadele edilen zihniyetin yeniden üretimidir.

Bunun için diyalektiksel akışın gelişmesi, içsel gelişimin öz örgütlülüğüyle ancak olabilir. Örgüt modeli, merkezî hiyerarşik disiplinden,  ağsal çoğulcu, yatay ve katılımcı yapılara evrilir. Meclisler, komünler, akademiler, kadın yapıları gibi örgütler, yalnızca araç değil, özgürleşmenin bizatihi zemini ve taşıyıcı haline gelir. Toplumsal özgürleşmenin yolu, kendi içsel yapılarının oluşmasına gelişmesine ve anlam-madde birliğine kavuşmasıyla olur. Kadın, toplumsal yeniden kuruluşun taşıyıcısı, yaşamı yeniden kuran kurucu akıl olarak tanımlanır. Doğa ile ilişki, üretim nesnesi üzerinden değil, ekolojik denge ve toplumsal uyum üzerinden kurulur

Böylece Demokratik Toplum Sosyalizmi, reel sosyalizmin bıraktığı yerden başlamaz, onunla hesaplaşarak, onu aşarak ve çok daha köklü bir zihniyet dönüşümünü merkeze alarak yola çıkar. Artık devrim, toplumun kendi hakikatiyle yeniden buluşmasıdır. Bilgi, etikle, politikayla, demokrasiyle, içsel yerel oluşumlarla, çeşitli formlarla,   halkla,  akademilerle, öz yönetimle, ekonomiyle, doğayla, siyaset, estetik ve ahlakla bütünleşmediği sürece özgürlük mümkün değildir.

Önder Apo son değerlendirmelerinde önderlik gerçeğine yaklaşım konusunda daha değişik ve alışıla gelmiş yaklaşımlara son noktayı koymuştur. Önder APO’ya karşı  hala yukarıdan Mesih ve sembollerle yaklaşımın aşılması gerektiğini keskin bir dille ifade etmiştir. Önder Apo artık katılım biçimi, temsil değil, toplumun yeniden kuruluşun ve özgürlük taşıyıcısı noktasında başta kadrolar olmak üzere herkesi davet ediyor. Bu nedenle  Önder Apo’nun ‘Mesih’ tarzından, zihinsel-örgütsel dönüşüm kapasitesi rolünün anlaşılması gerektiğini vurguluyor. Dolayısıyla partinin, kadronun ve halkın hala kurtarıcı beklentisi yerine devrimci özne ve  özgürleşme düzeyine gelmeleri, temsil etmek değil taşıyıcı olmak, örgüt olmak, inşa etmek, dönüştürmek ve bir sıçrama düzeyine kavuşmak gerektiğini belirtiyor.  Buda içsel gelişimin dili olan, diyalektiksel akışın ilişkisel, anlamsal, etik ve deneyimlerle oluşan yeni komünal örgütlenme sürecidir. Dolayısıyla kadronun toplum içinde kurucu taşıyıcı ilişkiselliğiyle, emekle, etikle, katılımla ve örgütlenmeyle oluşmuş bir gerçekliğe dönüşmesi gerekmektedir. Artık üsten bekleyen, hiyerarşik mekanizmayla katılan, yukardan aşağıya doğru bir bilgi taşıma yaklaşımı içinde olma dönemi bitmiştir. Yerelden zihniyetle, emekle,  diyalektiğin diğer bir ucu olan komünal iradeyi güçlendirmekle bu olur. Çelişkileri canlandırmak bunun aktif  ve örgütlü bir  tarafında bulunmak, onunla var olmak ile ancak devletçi sistem zihniyeti toplum içinde aşılır ve çıkartılmış olur. Bundan dolayı halkın dışında, ona bilgi ve bilinç taşıyan merkezi-kadro-parti anlayışıyla  hareket etmeye devam edilirse  buna artık  iktidarın  taşıyıcılığı olarak ele almak gerekmektedir. Buda diyalektiğin donmasıdır.

Diyalektiğin donması, yalnızca toplumsal yapıların dışsal baskısıyla değil, özgürlüğü temsil eden içsel öznelerin kendi iradesini kurumsallaştıramamasıyla da yaşanabilir. Kadın, halk, doğa gibi yaşamın en köklü ve özgürlükçü damarları, eğer kendileri adına karar alınan, ama karar süreçlerine doğrudan katılmayan konumda bırakılırlarsa, temsil ettikleri çoğulluk gücü tekil bir merkeze doğru çekilir. İşte burada donma başlar. Çünkü özgürlük, sadece ilkesel düzeyde tanınmakla değil, kurucu irade olarak işlerlik kazanmakla gerçekleşir. Kadın, doğa ve toplum içinde yaşanılıyorsa bile, bütün bu değerler örgütsel ve toplumsal yaşamın karar gücüne dönüşmemişse, sadece vitrin olur. Merkezden gelen doğrularla yaşanıyorsa, halk yada kadın adına konuşuluyorsa ama onlar kendi sesleriyle konuşmuyorsa, işte o zaman en özgür denilen yerde bile diyalektiğin donduğu söylenebilir.

Reel sosyalizm, bu akışkanlığı, ve bütünleşmeyi başaramadığı için çökmüştür. Demokratik toplum paradigması, bu bütünlüğü kurarak sosyalizmi yeniden anlamlı ve tarihsel kılar. Artık mesele, sistemle kavga etmek değil, toplumu, kendini yeniden kurabilecek bilinç, örgüt, ahlaki-politik ve iradeyle donatmaktır.

 

Related Articles

Leave a Reply

Your email address will not be published. Required fields are marked *

Check Also
Close
Back to top button