makale

Hakkı Tekin

Sykes-Picot Antlaşması ve Ortadoğu’nun Ulus Devlet Yapıları

 

Sykes-Picot ‘un, halkların etnik, inanç ve kültürel grupların kendi , 1916 yılında İngiltere ve Fransa arasında yapılan ve Ortadoğu’yu bölüşen gizli bir anlaşmadır. Osmanlı İmparatorluğu’nun yıkılmasının ardından, Osmanlı topraklarını paylaşan bu antlaşma, Türkiye dahil olmak üzere özellikle de Suriye, Lübnan, Irak, Ürdün ve Filistin vb gibi bölgelerde yapay sınırlar belirledi. Ortadoğu gibi çok çeşitli halkların bir arada yaşadığı  bir coğrafya da yapay sınırlar ve tekleştirici merkezi devlet yapılarıyla, halkları bir birine kırdırtarak karşı karşıya getiren, çatıştıran bir antlaşmadır. Bu sınırlar ve tekçi ulus-devlet yapıları, bölgenin etnik, inanç ve kültürel çeşitliliği göz önüne alınmaksızın, emperyalist çıkarlar doğrultusunda çizildi.

kaderlerini tayin etme hakkını göz ardı etmesi, bölgedeki halkların uzun süreli baskılarla, ezilmelerle ve eritmeleriyle karşı karşıya kalmasına yol açtı. Bu antlaşma, Araplar, Filistin, Kürtler, Ermeniler, Ezidiler, Hristiyanlar, Dürziler, Çerkezler, Türkmenler, Beluciler, Azeriler, Lazlar, aleviler, Sünniler, Şii’ler  ve diğer birçok inanç, kültürel ve etnik grubu da kapsayan bir dışlama sürecini başlattı. Bu etnik, kültürel ve inanç grupları, kendi kimliklerini, kendi yönetim anlayışlarını bulabilecekleri eşit ve özgür bir yapılanmaya kavuşturulmadılar, aksine katliamla yüz yüze kaldılar.

Sykes-Picot ‘un Yıkılışı ve Ulus Devletlerin Çöküşü.

Üçüncü dünya savaşı kapsamında gelişen Ortadoğu dizayn sürecinde  Sykes-picot’nun etkilerinin yıkılmaya başladığı görülmektedir. Özellikle Irak’ta Saddam Hüseyin şahsında merkezi ve klasik ulus- devlet yapılanması ve sınırlarının simgesel olarak yıkılması, Suriye’de, Arap ulus-devletinin temelleri sarsılarak bu yapının çökmesine ve yıkılmasına yol açtı. Bu her ne kadar sykes-picot’nun Arap merkezi, ulus devletin kuruluş felsefesi  ve sınırlarının çözülüşü anlamına gelse de, Sykes-Picot ’un halklar üzerindeki baskılarının sona erdiği anlamına gelmiyor, ancak halkların bu yıkılış karşısında daha fazla özgürlük, daha fazla demokratik temsil, kendi, kendini, siyasal ve toplumsal olarak yönetme ve kimliklerini özgürce örgütleme ve yaşamayı talep etmeye başladığı bir dönemi de başlattığını gösteriyor.

Sykes-picot’nun getirdiği yapay sınırlar ve merkeziyetçi Arap, ulus-devlet ayağının yönetim modeli Irak-Süriye üzerinden temellerinin sarsılması ve parçalanmasına yol açarken, aynı anlayışa sahip İran ve Türkiye ulus-devlet anlayışının da hedefte olduğu görülmektedir. Özelikle Türkiye’nin  kuruluş felsefesi ve tarihsel bağlamı  içinde yapılanan merkezi, homojen ulus-devlet anlayışı, Lozan antlaşmasıyla gerçekleşmiştir. Sykes-picot ’un Türkiye ayağı olan Sevr süreci, Lozan adıyla Türk ulus-devlet yapılanmasıyla değişime uğramıştır. Pers-Şii merkezli İran’ın ise, 1979 sonrası ulus-devlet statükoculuğuyla oluşmuş bir yapılanmadır. Dolayısıyla İran  ve Türk ulus- devlet yapılanması, Ortadoğu değişim denkleminde yeniden dönüşüm sürecinde olacağını öngörebiliriz.

Sykes-picot, Lozan ile bölge statükocu ulus-devlet yapısı ve yapay sınırların kuruluş felsefesine karşı halklar, kesintili olsa  bir çok yönden mücadele süreci yaşanmıştır. En son Arap ve halklar Baharı adı altında halkların özgürlük ve eşitlik arayışının en belirgin göstergelerinden biridir. 2010’larda başlayıp egemenler bunu sekteye uğratmış olsada  tüm Ortadoğu’ya yayılan bu halk hareketleri, sadece mevcut diktatörlük rejimlerine karşı bir başkaldırı değil, aynı zamanda halkların kendi kültürel ve siyasi kimliklerini daha özgürce ifade edebilecekleri, daha adil bir yönetim biçimine duydukları taleptir.

Ulus Devlet ve Halkların Çelişkileri.

Gelişen halkların özgürlük, eşitlik, kendi, kendini yönetme mücadelesiyle, Sykes-picot ve Lozan kuruluş felsefesiyle bölge homojen merkezi ulus-devletin bir model olarak sürdürülebilirliği sorgulanmaktadır. Sykes-Picot, Lozan gibi antlaşmalarla oluşturulan merkezi ulus-devlet statükoculuğu genellikle kapitalizmin sömürgeci çıkarlarına göre şekillenen, yerel Ortadoğu halkların kimlikleriyle, kültürleriyle, inançlarıyla, kadın özgürlük anlayışıyla  uyumsuz ve dıştalıyıcı, merkeziyetçi, Sünni, tekçi, cinsiyetçi, kavimci ve cinsiyetçi  baskıcı rejimlerle yönetildiler. Bu yapılar, halkların kültürel, inanç ve Etnisite olarak kendini ifade etme, kendi kimliklerini özgürce inşa etme hakkını sürekli olarak ihlal ederek kültürel ve siyasal soykırım sürecini yaşattılar.

Halkların uzun süre verdiği mücadele karşısında, Ortadoğu’daki merkezi, homojen ulus-devletler, teşhir edilerek aşılması gereken bir konuma gelirken, dışarıdan gelen baskılarla karşı karşıyadır. Bu durum, ulus-devletin halklar için bir sınırlayıcı, merkeziyetçi, cinsiyetçi, kavimci tekçiliği ve baskıcı yapı olduğuna dair toplumlarda bir farkındalığın arttığını gösteriyor. Günümüzde, Sykes-Picot ve Lozan gibi kuruluş felsefesiyle varlık kazanan merkezi, homojen ulus devletleler, hem halkların hem de ulus üstü tekeller (çok uluslu şirketler, küresel finans kurumları, askeri güçler, vs.) ile giderek daha fazla çatışma içindedir. Çünkü ulus devletler, kendi sınırlarını, egemenliklerini ve homojen yapılarını savunmak için statükocu temelinde kendilerinde ısrar ederken, ulus üstü tekeller, sermaye hareketliliği ve kâr odaklı stratejiler doğrultusunda daha geniş sınırların içine girmeyi dolayısıyla var olan iç engelleri aşarak bu yapıların çözülmesini ve kendi küresel sermaye çıkarlarına göre yeniden dizayn etmeyi amaçlıyor. Dolayısıyla hem içten gelişen halkların özgürlük talepleri hem de dıştan gelen baskılarla bölge ulus-devlet statükoculuğu bir kıskaç içinde oldukları ve giderek çözülmeye doğru bir hareket halindedir.  Bu sürecin hegomonik aktörleri, Ortadoğu yeniden yapılanma sürecinde ulus-devlet yapılarını kendi küresel sermaye çıkarları ve güvenlikleri için, parçalama ve bölme dahil  yeniden yapılandırırken, halkların bu denklemde rolü ve alternatiflerinin ne olacağına ilişkin yanıtı önem kazanmış durumdadır.

Çözüm olarak, demokratik ulus, demokratik özerklik, demokratik konfederalizm.

Sykes-picot ve Lozan gibi antlaşmaların temellerinin sarsılması ve çözülüşe doğru gitmesi, bütünsel bir sistemin yeniden doğması anlamına gelmektedir. Bu Ortadoğu dizayn sürecinde halklar lehine yeni bir düzenini zemini hazırlamaktadır. Bu sistem, merkeziyetçi, Sünni, tekçi, kavimci, cinsiyetçi ve dinci ulus-devlet egemenliğini aşan, yerel özerkliklerin ve demokratik konfederalizmin ön planda olduğu yapılanmalara yol açabilir. Küresel güçlerin Ortadoğu dizayn sürecinde dönüşen ulus-devlet sistemlerini parçalama ve bölünmesi dahil olmak üzere kendi sermaye çıkarlarına göre tekrardan halkları katmadan, dışlayarak  dizayn edilmesine karşı, halkların yanıtı ve alternatifi demokratik ulus paradigması üzerinden halkların demokratik birliğine dayalı, demokratik özerklik ve demokratik konfederalizm sistemleri biçiminde somutlaşması gerekmektedir. Tarihsel-toplum akışı halkların demokratik birliğine dayalı kendi, kendini yerel yönetimlerle yönetme dönemine doğru evrilme dönemidir.

Ulus- devletlerin halklar ve ulus üstü tekeler arasında yaşanan çelişkiler karşısında, halkların bu süreci kendi lehlerine çevirmeleri için tarihi bir fırsat yaratmaktadır. Dolayısıyla ulus-devletlerin, ulus üstü  ile halklar arasında çelişki, merkeziyetçi tek tipçi kimlik yapılar karşısında, Ortadoğu’daki halkların tarihi, kültürel, inançsal ve etnik kimlerini tanıyan özgürlüklerini garanti altına alan yeni yönetim modellerine duyulan ihtiyacı pekiştirmektedir. Merkeziyetçi yapılara karşı alternatif yönetim biçimleri olan özerklik, federalizm ve konfederal modeller, merkezi ulus-devletin dayatmalarına karşı halkların özgürlüklerini savunmaları için bir yol olarak öne çıkmaktadır.

Dolayısıyla Sykes-picot gibi antlaşmalarla kurulan ve günümüzde temelleri sarsılan ulus-devlet yapılarına karşı halkların kendi öz kimliklerini ve yönetim biçimlerini keşfetme sürecinin başlatmıştır. Ortadoğu halkların yıllarca süren bu tekçi, merkeziyetçi, Sünni, cinsiyetçi, kavimci ve dinci ulus-devletin yok edici, eritici yaklaşımlarına, dolayısıyla etnik, kültürel ve inançlar arasına çizilen yapay sınırlara karşı özgürlük ve kendini yönetme arayışları, bu yeni dönemde daha görünür hale gelmiş durumdadır. Gelişen bu özgürlük, demokrasi ve kendi, kendini yönetme arzusu, halkların merkeziyetçi, tekçi, cinsiyetçi, kavimci, dinci ulus-devlet yapıları içinde değil, daha çok özerklik, federalizm gibi daha esnek ve demokratik modellerle kendini bulmaya ve yönetmeye başlanacağı gözükmektedir. Bölge ulus-devlet statükoculuğuna karşı, halkların özgürlük ve demokrasi mücadelesini, bu sürecin itici gücü olarak ele almak gerekir. Demokrasi, çoğulculuk ve katılımcı yönetim talepleri, Sykes-picot ve Lozan’ının,  halklar arasına oluşturduğu yapay sınırlar  ve diktatöryel şekillenmenin dışında yeni bir Ortadoğu vizyonunun temel taşlarını oluşturmaktadır.

Ortadoğu yeniden yapılandırılırken halkların yanıtı demokratik ulus sistemi içinde çoğunlukçu demokratik sistemlerin gelişme sürecinin başlangıcıdır. Çoğulcu ve konfederal bir demokratik sistemin gelişmesi hem bölgesel dengeleri koruyabilecek bir model sunuyor hem de sermayenin güvenli bir şekilde demokrasi zemini bulmasını sağlamaktadır. Halkların bütünlük içinde farklı ve çeşitliliğin zenginlik sayıldığı demokratik sistemlerinin örgütlendirme sürecidir. İç içe demokratik ve çoğulcu bir zeminde birlikte yaşama kültürü anlayışıyla, şiddeti, tahakkümü, hegemonyayı dışlayarak, siyasi, kültürel, ekonomik ve ideolojik mücadeleyle sistem içinde sistemsel mücadele etmenin koşulları  oluşturmak gerekiyor. Dolayısıyla demokratik ulus fikri ve sistemi, ortak ve bütünsel bir zeminde rakabet etmeyi ve siyaset yapmayı öngörüyor.

Demokratik ulus örgütleri, birim  ve güçlerinin, politik bilinci, örgütlülüğü, paradigması ve mücadele öncülüğü, demokratik sistem modellerinin gelişmesi için güçlü bir mücadele zemini sunmaktadır. Ortadoğu yeniden yapılanma sürecinde, ulus-devletin, tekçi, merkeziyetçi, Sünni, cinsiyetçi, dinci ve kavimci yapılanmaların ötesi bir dönüşüm süreci yaşıyorsa, yeni kurulan yapıların, küresel sermayenin çıkarlarına göre bir şekillenme yerine, buna karşı  olağanüstü bir mücadeleyle demokratik özerklik ve konfederalizm temelinde  halkların çıkarlarına göre dönüştürülmelidir. Bunun için demokratik ulus güçlerinin, merkeziyetçi, tekçi, cinsiyetçi, dinci ve kavimci ulus-devlet modellerine karşı alternatif bir yönetim biçimini geliştirme konusunda hem teorik, hem paradigmasal hem de pratik olarak bir birikim ve tecrübeye sahiptir. Demokratik ulus paradigması çerçevesinde kuzey ve doğu süriyede başta ermeni, Hristiyan, ezidi, Arap, Kürt, Türkmen, Çerkez, Asuri Süryani ve tüm etnik, inanç, kültürel halkların ortak anlamda kendi, kendini demokratik özerklik temelinde yönetmesi buna örnektir. Bundan dolayı demokratik özerklik yönetim anlayışı, 13 yıllık güçlü bir zemin, tecrübe ve birikim yarattı. Bu modeli tüm alanlara ve Ortadoğu’ya taşımak gerekmektedir. Demokratik ulus paradigması, Süriyede Demokratik özerklik yönetim anlayışının hayat bulması nedeniyle, merkezi, ulus-devlet ötesinde bir sistem sunduğu ve alternatif geliştirdiği için Ortadoğu da kurulacak alternatif modellerle  örtüşüyor. Bu tarihi akış içinde çözüm için paradigmaya sahip olan bu sürece en hazırlıklı, proje sahibi olan ve örgütlü güç demokratik ulus güçleridir. Ortadoğu’da öncülük rolünü oynaması alternatif modellerinin olmasıyla bağlantılıdır. Bunun için statükocu ulus-devlet yapılanmaların, sömürgeci devletlerin olduğu her yerde buna karşı,  çözüm projesi olan demokratik ulus paradigmasını her yerde geliştirmek, demokratik cephelerini kurmak ve mücadeleyi birleştirmeleri elzemdir. Aynı düzeyde Ortadoğu çapında da dönüştürücü ve geliştirici olmak için daha genel ittifaklara da gitmek gerekmektedir.

Sonuç olarak, Ortadoğu çapında gelişen yeni dizayn sürecine halklar bu süreci kendi lehlerine dönüştürmeyi başarmaları gerekmektedir. Başta Irak, Süriye, Türkiye, İran, Lübnan, Filistin ve diğer tüm alanlarda bu sürecin işlenmesi elzemdir.

Bu sürecin hem mücadele hem de model oluşturma açısından Süriye örnek bir alandır. Süriye, bu demokratik dönüşümün ve yeniden yapılanmanın en belirgin örneklerinden biridir. Sykes-picot antlaşmasının halklar arasına çizilen yapay sınır ile dayattığı, tekçi, merkezci, Sünni, cinsiyetçi, kavimci ve dinci ulus-devlet yapılanması simgesel olarak yıkılmış olsada bu süreç tamamlanmış değildir ve  yeniden bir yapı inşa edilme dönemindedir. Bundan dolayı Süriye  fotoğrafı tam olarak ortaya çıkmış değildir, yoğun ve örgütlü bir mücadeleyle ortaya çıkacaktır. Bu nedenle Süriyede Sykes-picot anlayışına dayalı klasik merkezci, tekçi, Sünni, dinci, cinsiyetçi ve kavimci devlet yapısı halkların mücadelesi karşısında iflas etmiştir. Tekrardan aynı ve daha geri bir devlet-toplum yapılanmasına gitmek, Sykes-picot paradigmasını devam ettirmek isteyenlerin bir çabasıdır. 13 yıllık halkların, demokrasi ve özgürlük mücadelesi Sykes-picot zihniyetine karşı yapıldı, halklar demokrasi, özgürlük ve çoğulcu bir süriye mücadelesini, tekrardan bir azınlığın tahakkümünde merkezi, tekçi, cinsiyetçi, dinci ve kavimci bir devletin devam etmesi için yapmadılar. Dolayısıyla bu yeni dönemde htş gibi azınlık bir grubun tahakkümünde merkezi, tekçi, dinci, kavimci, Sünni, cinsiyetçi ulus-devletli süriye tablosu kimseyi yanıltmamalıdır, çünkü bu anlayış ve siyaset artık iflas edilerek yok edilmiştir. Bundan sonraki süreç özlenen demokratik ve çoğulcu süriye gerçeği yoğun bir örgütlü mücadeleyle ancak şekillenecektir. Bu nedenle  bu süreci belirleyecek olan halkların sahada, pratik yaşamda demokratik ulus paradigması çerçevesinde oluşan demokratik cephe ile bu ittifakı yönlendirecek örgütlü bir direniş ve mücadeleye bağlıdır.

HAKKI TEKİN

 

 

 

Related Articles

Leave a Reply

Your email address will not be published. Required fields are marked *

Back to top button