makale

Demokratik sosyalizm ve Komünalite

SOSYAL BİLİM AKADEMİSİ

Marksizm’in temel aldığı sınıf teorisi, aslında toplumun değil devletin kendi içinden ürettiği karşıtlığı esas alır. Sınıf olgusu toplumun doğal yapısından değil, devletli uygarlık içinde gelişen hiyerarşik bölünmelerden doğar. Bu durumda sınıfa dayalı bir sosyalizm arayışı da kaçınılmaz olarak toplumu özgürleştirmez. Sadece devleti başka bir sınıf eliyle yeniden kurar. Gerçekleşen sosyalizm de çelişkiyi dönüştürmedi, yalnızca donmuş çelişkilerin pozisyonunu değiştirerek bir tür yeniden başka sınıf eliyle daha katı donmuş bir devlet yarattı.

Sınıfın oluşum biçimi devletten sonra olduğu, sınıfın devletçi uygarlığın bir ürünü olduğu, sınıf karşıtlığının da devletli uygarlığın bir iç çelişkisi olduğu gerçeğini görmek gerekmektedir. Bu nedenle tarihsel-toplumun motor gücü sınıf savaşımı değil, kadın merkezli komünal toplumla devlet arasındadır. Komünal tolumda sınıf çelişkisinden önce kadın-erkek, ihtiyar-genç, insan-doğa gibi canlı ve üretici çelişkilerle kurulur. Hakikate dayalı çelişkiler bu temeldedir. Toplumun motor gücü olacak ise birincil ve ikincil olmak üzere asıl bu çelişkilerdir ve bu çelişkiler var olan gelişen komün-devlet çatışması daha temel, yapısal durumundadır.

Dolayısıyla sınıf çelişkisi, toplumsal çelişkinin kendisi değil, çarpıtılmış bir sonuçtur. Sınıf, komünal toplumun yaşamsal çelişkilerin donması ve bastırılması ile oluşur. Bu nedenle sınıf çelişkisi, devletli uygarlık içindeki bir çelişkidir. Bu çelişki toplumun özünü temsil etmez, çünkü toplum özünde devletsiz komünaldir.  Dolayısıyla sosyalizmin özü sınıf değil toplumdur, toplumda komündür.

Demokratik toplum sosyalizmi, toplumu sınıf çelişkilerinin çözüm alanı ya da üretim ilişkilerinin üst yapısı olarak görmez. O, toplumun ahlaki-politik, ilişkisel ve anlam kurucu bir varlık olduğunu kabul eder. Bu varlığın tarihsel, kültürel ve yaşamsal biçimi ise komündür. Komün, sadece bir örgütlenme modeli değil, toplumun içsel devinimini, özgürlük potansiyelini ve ahlaki örgütlenme gücünü somutlaştıran yaşamsal bir hücredir. O, toplumun içsel enerjisinin itme-çekme gücüdür, dışsal denetimlerin, iktidar yapılarına dönüşmeden önceki yüzyıllarca önceki ilk örgütlü formudur.

Toplum, sadece bir insan yığını değildir. O, anlamla inşa edilen, değer üreten, kendini hem kuran hem de yaşayan bir varlıktır. Bu anlamda toplum bir nesne değil, kendini üreten bir özne, bir sistem değil, canlı bir organizmadır. Önderlik bu gerçekliği, devletçi toplumdan farklı olarak komünal toplum kavramıyla ifade eder. Çünkü devlet, toplumun iç çelişkilerinin yönlendirilmesiyle gelişen zihinsel bir sapma biçimi ve  dışsallaşarak kurulan bir iktidar aygıtıdır, komün ise toplumun kendini içeriden, ilişkiyle, ahlakla ve anlamla örgütlemesidir. Bu nedenle devletçi toplumla komünal toplum arasındaki çelişki, tarihin en temel, en belirleyici çelişkilerinden biridir.

Komün, doğayla ve yaşamla kurulan anlamlı ilişkinin örgütlü biçimidir. İnsan, doğayla anlam ilişkisi kurarak onu içselleştirir, bu anlamı taşıyan ilk ilişkiyi kuran kadın olmuştur. Kadın, yalnızca doğuran değil, bağ kuran, ilişkiyi sürdüren, anlamı örgütleyen varlık olarak toplumsallığın merkezinde yer almıştır. Bu ilişkilerin kurumsal ifadesi ise komündür. Komün, sadece mekânsal bir birlik değil, anlamın, ahlakın ve özgürlüğün birlikte üretildiği toplumsal zemin, yani yaşamın kendisidir.

Bu komünal yapının sürekliliği, yalnızca kadınla ya da kurumla sınırlı kalmaz, onu ahlaki-politik birey taşıyıcılığa dönüştürür. Ahlaki-politik birey, sadece düşünen ya da inanan değil, anlamı kavrayan, ona göre yaşayan ve toplumun özgürlüğünü kendi yaşamıyla bütünleştiren kişidir.

Dolayısıyla demokratik sosyalizm, komünalite olmadan var olamaz. Çünkü sosyalizm yalnızca üretimin değil, aynı zamanda anlamın, ilişkinin, ahlakın ve özgürlük örgüsünün toplumsal formudur. Bu formun en temel yapıtaşı ise komün, yani toplumun kendini özsel olarak örgütlediği, yeniden kurduğu ve yaşattığı ilişkisel zeminidir.

Komün bu nedenle toplumsallığın doğal biçimidir. İnsanın bir arada yaşama ihtiyacından değil, anlam üretme ve ilişki kurma kapasitesinden doğar. Bu nedenle komün, yalnızca ekonomik veya coğrafi bir birim değildir, bir ruh hali, bir bilinç düzeni ve bir toplumsal anlam ve süreklilik mekânıdır. Ortak yaşam, karşılıklı sorumluluk, birlikte karar alma ve birlikte üretme komünün temel ilkeleridir. Burada kişi birey olarak var olmaz, ilişki içinde, anlam içinde, sorumluluk içinde var olur. Ve bu varoluş biçimi, toplumu hem içten bütünleştirir hem de dışsal tahakküme karşı dirençli kılar.

Tarihsel olarak doğal toplumun temel örgütlenme biçimi olan komün, kadın merkezlidir. Kadının doğayla kurduğu uyumlu ilişki, üretimdeki rolü ve sezgisel bilgeliği komünal yapının merkezini oluşturur. Komün, yalnızca kadının korunması değil, kadının yaşamı düzenleyici gücünün kabulüdür. Bu yönüyle komün, sadece cinsiyetler arası eşitlik değil, kadının toplumsal öncülüğünü tanıyan bir etik-politik merkezdir.

Kapitalist modernite, komünü çözerek bireyi yalnızlaştırmış, yaşamı metalaştırmış, çelişkileri dondurmuş, toplumu parçalamıştır. Oysa komün, parçalanmış ilişkilerin yeniden onarıldığı, ahlaki-politik normların yeniden üretildiği, topluluğun kendini özdenetimle yönettiği, bir varoluş formudur. Demokratik toplum sosyalizmi, bu nedenle komünü sadece “yerel meclis” ya da “kooperatif” düzeyinde değil, toplumsal varlığın taşıyıcı, özgürlüğün ilkesi olarak yeniden inşa eder. Komün olmadan toplumun içsel gücü örgütlenemez, örgütlenemeyen toplum ise ya dağılır ya da yeniden iktidar biçimlerine savrulur.

Komün, yalnızca bir örgütlenme biçim  değil,  tarihsel-toplumsal varoluşun en kadim ve en doğal formudur. İnsanlık tarihi, devletten önce komünle başlar. Komün, insan topluluğunun doğayla ve birbirleriyle kurduğu karşılıklı, dayanışmacı ve anlam yüklü ilişkiler ağıdır. Bu nedenle, komünal toplumun temel nitelikleri demokratiktir. Ortak karar alma, kolektif sorumluluk, birlikte üretim ve paylaşım, komünün doğasında zaten vardır. Bu bağlamda komün toplumu, kendiliğinden bir demokrasidir. Devlet öncesi toplumlarda, yani tarihsel toplumun ilk aşamalarında demokrasinin en yalın ve işlevsel biçimi olarak komün vardır.

Günümüzde ise, bu tarihsel mirasın sürdürülmesi, yeniden tanımlanması ve geleceğe taşınması adına, toplumu “demokratik toplum” kavramıyla tanımlamak gerekir. Çünkü ulus-devlet çağında, halkların asli varlık biçimi olan komün parçalanmış, bastırılmış ve yerinden edilmiştir. Devlet, komünü dışlamış, yerine merkezi bürokrasi, tekçi, temsilî siyaset ve katılımı sınırlandırılmış bir toplum modeli kurmuştur. Bu toplum modeline karşı geliştirilen demokratik toplum anlayışı, komünal hafızanın bugünkü yeniden inşasıdır. Demokratik sosyalizm ise bu yeniden inşayı ideolojik düzeye taşıyan sistemdir. Bu nedenle demokratik sosyalizm, basitçe sosyal adaleti savunan bir sistem değil, demokratik toplumculuğun kurucu paradigmasıdır.

Tarih yalnızca devletlerin, savaşların, iktidarların tarihi değildir. En az onlar kadar derin ve kadim olan bir tarih daha vardır oda komünün tarihidir. Bu tarih genellikle yazıya geçirilmemiş, taşlara kazınmamış, anıtlara dönüşmemiştir. Ama sözle, gelenekle, ritüelle, direnişlerle çeşitli kimlik, inanç, dil, formülasyon ve ortak hafızayla kuşaktan kuşağa aktarılmıştır. Aşiret, kabile, köy, mahalle, cemaat, kültürel, sınıfsal, ulusal ve günümüzde, sosyal-kültürel, inançsal, kimliksel, ekolojik, feminist, sosyalist, demokratik, emek hareketleri, kooperatifler, meclisler, ulusal vb.  Bunların hepsi komünal tarihin güncel izleridir. Komün konusu bu nedenle sadece bir örgütsel model değil, toplumun özüne, doğasına ve hakikatine dönmenin adıdır.

Önder Apo’nun “komün konusu hayli dikkatimi çekiyor” vurgusu, bu yüzden sadece teorik bir ilgi değil, stratejik bir yönelimdir. Bu toplumsallaşmaya karşı duyulan derin inanç ve  özgürlük tercihidir. Bugün çoklu seçenekler ve belki de tarihi fırsatların geliştiği bu dönemde tercihini komünle yapmak en cesur özgürlük eylemidir. Tarihin çok sonraki dönemlerinde bu tercihin, tıpkı ilk toplumsallaşma dönemiyle kıyaslanacak kadar tarihsel bir eşiktir. Bu nedenle Özgürlük, çoklu olasılıklara karşı ahlaki  yön tayin etme iradesidir. İlk toplumsallıkta bu tercihin sonucu olarak örgütlenmiş bir varlıktır.

Komün, halkların özgür yaşamını mümkün kılan tek tarihsel formdur. Ulus-devlet nasıl kapitalizmin kurucu silahıysa, komün de halkların özgürlük mücadelesinin kurucu ilkesi ve savunma hattıdır. Kapitalist modernite toplumun her hücresini özelleştirirken, komün kolektif yaşamı, ortak emeği ve etik-politik dayanışmayı yeniden kurar.

Bu nedenle belediyeler, yalnızca yerel yönetim mekanizmaları değil, komünal toplumu örgütlemenin güncel araçlarıdır. Yerinden yönetim, halk meclisleri, komiteler, kadın meclisleri, kadın kooperatifleri, öz örgütlülük girişimleri, ekolojik girişimler, birlikler,  dayanışma ağları, bunların hepsi komünal toplumsal formun çağdaş yüzleridir. Demokratik modernite bu formu yalnızca nostaljik olarak hatırlamakla kalmaz, onu bugünün koşullarında yeniden işler, kurar, yayar ve demokratik toplumun sistemine dönüştürür.

Bu bağlamda komün, geçmişin hatırası değil, özgür geleceğin toplumsal prototipidir. Demokratik toplum ancak bu temel üzerinde yükselebilir. Demokratik sosyalizm de bu temel üzerinde kendini sistemleştirir. Ulus-devletin baskısına, kapitalizmin atomize edici gücüne ve patriarkal zihniyetin hiyerarşisine karşı geliştirilecek her toplumsal alternatif, ancak komünle başlar ve komünle güçlenir.

Dolayısıyla Komünalite ve devletçi sistem arasındaki tarihsel çelişki, Komünalite yi zayıflatmış, sınıra çekmiş ve dağıtmıştır. Fakat özü ve direniş refleksi hiç eksik olamamış, bundan dolayı insanlığın toplumsal yaşama umudu hala diriyse bu ruhun devam etmesi sonucudur. Mutlak hakimiyet, tek yönlü hegomonik baskıya karşı, komünü canlandırmak iradeleştirmek, tüm ezilenlerin bu sürece aktif katılmasıyla mümkündür.

Sonuç olarak, komün ve devlet çelişkisi bir diyalektik ilişki olarak değil, bir bastırma ve gasp ilişkisi olarak tarif etmek gerekir. Çünkü devlet doğal bir diyalektik olarak değil, toplumsal gelişmeye karşıt bir faaliyet olarak gelişti. Dolayısıyla komün-devlet ilişkisi hiçbir zaman karşılıklı tamamlayıcı olmamıştır. Devlet baştan itibaren komünal yapıyı bastırarak, ele geçirerek, hiyerarşiye çevirerek ortaya çıkmıştır. Bu yüzden devletli uygarlık sistemi, diyalektiğin değil, hiyerarşik zihniyet tekleştirmenin adıdır. Bu zihniyet, komünü boğan, içeriğini boşaltan, kendisine tabi kılan bir zor aygıtıdır.

Bu çerçevede devleti diyalektiğin bir kategorisi değil, diyalektiğin çöküş anı olarak görmek gerekir.

 

Dolayısıyla ortada diyalektik bir karşıtlık yoksa, o zaman komünün devlete karşı yeniden inşası da devleti dengeleyen değil, onun dışında ve uzağında, ötesinde bir yapı olarak örgütlenmesiyle mümkündür. Bunun için yerelden ahlaki-politik temelli toplumcu, konfederal, katılımcı, örgütlülükle donanmış bir toplumsal irade  ve sürekli yenilebilir bir komünal sistem. Kadın özgürlüğü olmadan toplumsal özgürlük olmayacağı gibi, komünal örgütlülük olmadan da devletsiz, eşitlikçi, diyalektik toplum mümkün değildir.

Demokratik sosyalizm, komünle başlar, komünsüz bir sosyalizm, içsel olarak örgütsüz, moral olarak köksüz kalır, özgürlük, ancak komünün ruhu, örgütü ve ilişkisi içinde taşıyıcılığa kavuşur.  Böylece komün hem anlam, hem örgüt hem de özgürlüğün toplum içindeki gerçek taşıyıcı biçimidir. Komün, özgürlüğün toplumsallaşmış halidir.

 

Related Articles

Leave a Reply

Your email address will not be published. Required fields are marked *

Back to top button