makale

Demokratik modernite, kapitalist modernite sistemi karşısında yeni bir yaşam biçimi.

SOSYAL BİLİM AKADEMİSİ

Kapitalist modernite yalnızca bir ekonomik sistem ya da siyasi örgütlenme değildir, aynı zamanda duygu, düşünce, ilişki, mekân, zaman, kültür ve hayat biçimiyle toplumun her hücresine sızan bir yaşam tarzıdır. Bu modernite biçimi, ulus-devlet eliyle halkları, toplumsallığı bölmüş, endüstriyalizmle emeği ve doğayı sömürgeleştirmiş, bireyciliği kutsayarak toplumsal ilişkiyi çözmüştür. Modernitenin bu biçimi, bireyi merkeze alır ama yalnızlaştırır, teknolojiyi geliştirir ama doğayı tüketir, özgürlüğü savunur ama piyasaya indirger, bilgi iktidarın aracı, ahlak hukukun dar kalıplarına hapsedilmiştir. Giyinmeden tüketmeye, şehirleşmeden zamana, ilişkiden cinselliğe kadar her alanı rekabet, sahiplik, çıkar ve hız ilkeleriyle biçimlendirir.

Kapitalist modernite, biçimsel çeşitlilik içinde özü tekleştiren, tüm toplumları tekil mutlak  bir “medeniyet şablonuna” zorlayan ideolojik, askeri, finansal ve reklama dayalı bir tekeldir. Onun ideolojisi, yaşamı metaya, anlamı gösteriye ve özgürlüğü tüketime dönüştürerek, yaşamın hissediliş biçimini de denetim altına almıştır.

Demokratik modernite ise bu tekçi-merkezî yaşam tarzına karşı, yerel, çoğulcu, ahlaki ve özgürlükçü bir yaşam örgüsünü ve toplumun kendi iradesiyle geliştirdiği çağdaş bir özgürleşme cevabıdır. Demokratik modernite yalnızca kapitalizme alternatif bir siyasal yapı değil, kapitalist yaşam normlarının karşısına konan yeni bir anlam sistemi, yeni bir kültür ve yeni bir zaman-mekân ilişkilenmesidir. Bu anlamda modernite kavramı burada rastgele kullanılmaz, tıpkı kapitalist modernitenin kendi tarzı, dili, estetiği, teknolojisi, insan ilişkileri olduğu gibi, demokratik modernite de kendi içsel kültürünü, etik yapısını, ilişki ve örgüt biçimlerini üretmek zorundadır.

Demokratik modernite, donmuş diyalektiğin çözülüşüyle mümkündür. Erkek zihniyetinin tekçi ve tahakkümcü tarihsel çarpıtmasına karşı, içsel anlamın yeniden canlandırması, farklılıkların çoğulluğa evrilmesi ve yaşamın çok boyutlu akışkanlık ile yaşama kalite ve çözüm katmak demokratik modernitenin toplumsal dayanağını oluşturur. Bu, ne yalnızca bir siyasal model ne de salt bir etik öneridir, diyalektiğin yeniden akışa geçirilmesidir.

Demokratik modernite kendini toplumsal alanın her yerinde var edebilir, aileden mahalleye, üretim ilişkisinden topluluk kararlarına, kadının emeğinden çocukların eğitimine, doğanın döngüsünden ortak duyarlılık, toplumsal sezgi ve etik duyuş bu yaşam biçiminin özüdür. Burada bilgi, merkezi, hiyerarşik bir aklın doğrularından değil, aşağıdan halklarla örülen ilişkiyle, anlamla, etikle, deneyimler, sezgiyle ürettiği yaşam dinamizminden doğar ve inşa eder.

Bu modernitenin içsel diyalektiğinin başında  özgür eş yaşam vardır. Kadın-erkek ilişkisi, yalnızca özel alan meselesi değil, tüm toplumsal yapının ahlaki-etik-demokratik temelidir. Diyalektiğin akışkan kılmadığı, Kadının özgürleşmediği, erkeğin tahakküm kurma alışkanlıklarını kırmadığı hiçbir ilişkide özgürlük mümkün değildir. Demokratik modernite, sadece kadın haklarını değil, kadının yaşam bilgeliğini, toplumsal öncülüğünü, ilişkisel duyarlılığını merkeze alır.

İkinci temel, ekolojik-toplum ekonomisidir. Kapitalist modernite üretimi doğadan, dağıtımı toplumdan, anlamı yaşamdan koparmıştır. Demokratik modernite ise üretimi ihtiyaç merkezli, dağıtımı topluluk denetimli ve yaşamla bütünleşik biçimde kurar. Kooperatifler, yerel ekonomi meclisleri, kadın öncülüğündeki üretim ağları bu ekonomik yapının taşıyıcılarıdır. Doğa, yalnızca çevre değil, birlikte yaşanılan ortak varlık, ahlaki bir ölçüdür.

Üçüncü temel, zaman ve mekânla yeniden kurulan ilişkilerdir. Kapitalist modernite zamanı hızla, mekanı mülkiyetle tanımlar. Oysa demokratik modernite zamanı anlamla, iradeyle, mekânı ilişkiyle kavrar. Bir araya gelinen her komün, her meclis, her ortak üretim alanı hem bir mekân hem bir toplumsal bilinç düzeyidir. Bu mekânlarda zaman, tüketilmez, yaşanır, birlikte örgütlenir. Bu nedenle demokratik modernite, anı kurtaran değil, yaşamı örgütleyen bir zaman anlayışıdır.

Dördüncü temel, ilişki biçimlerinde ortaya çıkar. Kapitalist yaşam bireyi izole eder, ilişkileri çıkar düzleminde şekillendirir. Demokratik modernite ise ilişkiyi ahlaki sorumluluk, ortak anlam, duygusal bağ ve özgürlük temelinde kurar. Bu ilişkiler, yalnızca politik değil, aynı zamanda ruhsal, estetik ve kültürel düzeyde toplumu yeniden kurar.

Beşinci ve en bütünleyici temel ise anlam üretimidir. Demokratik modernite, yaşamı yalnızca yaşanacak değil, anlam üretilecek bir alan olarak görür. Bu nedenle sanat, edebiyat, inanç, mitoloji, felsefe, bilim bu modernitenin içine yeniden yerleştirilir. Hiçbiri birbirine üstün değildir, hepsi yaşamı çoğaltan farklı hakikat biçimleridir. Bilgi bir güç değil, toplumun birlikte kurduğu ortak hakikattir.

Bu modernitenin derinliğini tamamlayan bir diğer unsur ise estetik algıdır. Kapitalist sistemde estetik, pazarlama aracına, tüketim estetiğine indirgenmiştir. Güzellik metaya dönüşmüş, duygu satılabilir hale gelmiş, sanat yalnızca görselliğe hapsolmuştur. Oysa demokratik modernite, estetiği hakikatin hissedilir biçimi olarak görür. Duygu, sezgi, renk, ritim, anlatı, birlikte oluş hali, sadece sanatın değil, yaşamın da taşıyıcı biçimidir. Estetik, burada süs değil, hakikatin duyumsanabilir hali, direnişin duygu boyutu, varoluşun öznel örgütüdür.

Bu nedenle demokratik modernite bir sistem değil, bir yaşam biçimidir. Onun dili, duygusu, ifadesi, sesi vardır. Her komün, her öz-örgüt, her kadın meclisi yalnızca siyasal değil, aynı zamanda anlamın yeniden kurulduğu ahlaki bir merkez, toplumun kendini hissettiği estetik bir zemin haline gelir. Bu modernite, çoğulculuk içinde hakikat, farklılık içinde adalet, ilişkide sorumluluk, örgütte anlam, yaşamda güzellik arar,  bu nedenle özgürleştiricidir.  Çünkü sadece yönetim tarzını değil, düşünme, hissetme ve ilişki kurma biçimini de dönüştürür.

Bu modernite, insanı yalnızca bir hak sahibi birey olarak değil, ilişki kurabilen, sorumluluk alabilen, anlam üretebilen bir toplumsal özne olarak tanımlar. Ahlaki bütünlük, burada yalnızca geleneksel değerlerin korunması değil, toplumun kendi iç dinamiğiyle yeni değerler üretme, yön tayin etme ve kendini kurma kapasitesidir. Özgürlük ise bu ahlaki yönelimin kurucu zeminidir, çok seçenekli bir tercihler alanı değil, çok yönlülük içinde hakikate en yakın olanı seçebilme cesaretidir. Bu nedenle özgürlük, bir ilişkidir, her birey, ancak diğerinin özgürlüğü kadar özgürdür. Demokratik modernite için özgürlük, bireysel hazların veya siyasi hakların toplamı değil, birlikte yaşanabilir hakikatin, ortak sorumlulukla kurulan ilişkisidir.

Demokratik modernite, kapitalist sistemin parçalayarak anlamsızlaştırdığı yaşama karşı, özgürlüğü hissedilen, anlamı birlikte kurulan, duygusu paylaşılan yeni bir toplumun adıdır. Komünle yaşanır, estetikle hissedilir, ahlakla derinleşir, özgürlükle tamamlanır. Bu yaşamda toplum sadece var olmaz, kendi varlığını anlamlandırır ve kendi yolunu kendisi örer.

Sonuç olarak demokratik modernite, kapitalist modernitenin mutlak tekli yaşam biçimine karşı, çoğul bir yaşam, bir anlam, bir birlikte var olma sistemidir. Dünya Demokratik Konfederalizmi bu sistemin siyasal formudur, ama onun ruhu, dili, duygusu, kültürü, zamanı ve ilişkisi demokratik modernitenin içinde örgütlenir. Demokratik sosyalizm, bu moderniteyle derinleşir, özgürlük, ancak bu moderniteyle yaşanabilir hale gelir

Related Articles

Leave a Reply

Your email address will not be published. Required fields are marked *

Back to top button