Sanat, insanlık tarihinin başlangıcından itibaren toplumsal yaşamın en temel ve belirleyici unsurlarından biri olmuştur. Önder Abdullah Öcalan, sanatı yalnızca bir estetik ifade biçimi olarak değil, aynı zamanda toplumsal anlamlılığın, hakikatin ve kolektif bilincin dile gelişiolarak tanımlamaktadır. Sanat, mitoloji, din, felsefe ve bilimin kökeninde yatan, toplumsal gelişimle iç içe geçmiş, hatta insanı insan yapan bir inşa sürecidir. Hayatı güzel kılmanın bilimi ve duygulara hitap etmenin sanatı olarak estetik, toplumsal yaşamın özünü ve amacını derinden etkiler. Ancak bu yüce misyon, uygarlık tarihi boyunca iktidar ve sermaye tekellerinin etkisiyle sıkça çarpıtılmış, bireyler ve toplumlar üzerindeki baskı ve sömürüyü meşrulaştıran bir araca dönüştürülmüştür. Bu makale, sanatın toplumsal hakikatle olan derin ilişkisini, tarihsel gelişimini ve özellikle Kürt sanatının özgünlüğünü ve direnişçi karakterini Önder Abdullah Öcalan’ın düşüncelerini referans alarak açıklamayı amaçlamaktadır.
Sanatın Tanımı ve Tarihsel Evrimi
Sanat, en temelinde “hayatı ve sanatı güzel kılmanın bilimi” olarak tanımlanır ve güzellik duygusuyla ilgili kuramsal bilgiyi kapsar. Duygulara hitap etmenin veya duyguları güzelleştirmenin sanatı olarak estetik, insan belleği ve duygularındaki etkileri konu alır. Toplumsal anlamlılıkların mitolojik, dinsel, felsefi, sanatsal ve bilimsel yöntemlerle hakikat haline gelmedikçe yaşamsallık kazanamayacağı vurgulanır. Bu bağlamda, sanat, hakikati araştırma ve dile getirme işinin bir parçasıdır.
Sanatın kökeni, insanlığın ilk topluluklarına kadar uzanır. Klan toplumlarında hakikatler, sınırlı bir kapsamda, gelişmemiş bir dille, sözel anlatımlar ve çoğunlukla beden diliyle ifade edilirdi. Tarım-köy toplumu çağında ise barınma, beslenme, giyinme, üreme ve korunma gibi alanlardaki karmaşıklaşmayla birlikte anlam kapasitesi artmış ve mitolojik, dinsel, sanatsal bir hakikat çağı gelişmeye başlamıştır. Özellikle “şişman ana-kadın heykelcikleri çağı” tüm kutsallığıyla sahneye çıkmış, diller gelişmiş, mitolojik, dinsel ve sanatsal ifade gücü orijinal değeri yüksek bir çağı başlatmıştır. Yazılı tarih öncesinin en görkemli çağı olarak kabul edilen bu dönemde, felsefi bilgelik ve tıbbi bilim de dahil olmak üzere diğer hakikat biçimleri temel kazanmıştır. Kadın bilgeliği ve tıbbı etkin hakikatler olarak yaşamda önemli yer bulmuş, kadının tarımı ve ev ekonomisini geliştirmedeki başat rolü, kadın-tanrıçalığının bu çağda egemen olmasının nedeni olmuştur.
Ancak şehir ve uygarlık toplumu çağında, diyalektik zıtlık toplumsal sınıflaşma ve devleti doğurmuştur. Bu sapma, toplumsal hakikat konusunda derin bir yarılma ve bölünmeye yol açmış, hakikatlerin şiddetle bastırılması çağı başlamıştır. Sanat da dahil olmak üzere hakikat ifade biçimleri, iktidarın meşrulaştırılması ve sermaye birikiminin aracı haline gelmiştir. Örneğin, Sümer rahiplerinin mitolojik yaratımları, tanrı panteonları aracılığıyla krallıkların ve hanedanlıkların gücünü simgesel olarak yüceltmiştir. Büyük toplumsal uyum ve barışlar, büyük anlam sanatları arasındaki uyum ve barışlarla sağlandığı gibi, büyük bir anlam sanatı kavgası verilmeden hiçbir ciddi sınıf kavgası da olamaz. Bu, sanatın hem uyum hem de çatışmadaki merkezi rolünü göstermektedir.
Uygarlık tarihi boyunca, mimarlıktan müziğe ve edebiyata kadar tüm yapılar, sermaye ve iktidar birikimini yansıtan gelişmeler olarak okunmuştur. Bu dönemde, İnanna ve Gılgamış destanları gibi anlatılar, kadınların binlerce yıllık üretken yaratıcı emeğiyle oluşan toplumsal kurumları ve kuralları, teknikleri yansıtırken, “kurnaz ve güçlü erkekleşen tanrılar”ınbunları ellerinden almak için nasıl hile ve zorbalığa başvurduğunu da anlatmıştır. Bu destanlar, aynı zamanda, tanrı-kralın hastalık haline gelen iktidarsal çıkışları ile kadının gittikçe derinleşen köleliğinin uygarlığın ilk büyük diyalektik çelişkisi olduğunu gösterir.
Kürt Sanatı: Direnişin ve Kimliğin İfadesi
Kürt sanatında müziğin özel bir yeri vardır. Müziğin Kürt hakikatinin en önemli ifade tarzı olmaktadır. Aram Tigran ve Benzeri sanatçılar, müziği aracılığıyla “gerçek Kürt ve Kürdistan’ı” dile getirmişlerdir. Onların müziği, “umutsuz aşk”ı ve Kürt halkının var olma mücadelesini anlatmış, bu seslerin ifade ettiği gerçeklik mutlaka yaşatılmalıdır, hem de özgürce! Bu, müziğin sadece bir eğlence aracı değil, aynı zamanda kimlik, direniş ve özgürlük arayışının güçlü bir aracı olduğunu gösterir.
Kürt kültürünün bu direnişçi karakteri, Zerdüşt geleneğinden de beslenmiştir. Zerdüştlük, kulluk durumuna isyan eden, tanrı kavramını sorgulayan ve özgür insan ahlakını mümkün kılan bir inanç ve bilinç biçimi olarak Kürt toplumu üzerinde önemli bir etki bırakmıştır. Bu gelenek, “yalan söylemeyi en büyük ahlaksızlık” saymış, eşitlik ve özgürlüğe yakın bağları savunmuştur. Kürtlerde aşiret kültürünün güçlü olmasında, kan bağından ziyade uygarlığa karşı direnişin ve özgür yaşam iradesinin belirleyici olduğu ifade edilir. Alevilik ve Êzîdîlik gibi mezhepler de, bu eski Zerdüştî gelenekle bağlantılı olarak, iktidar İslam’ından kaçınarak özgür yaşamı savunmuşlardır. Bu mezhepler, Kürt kültüründeki özgür yaşam iradesinin iktidar İslam’ıyla yaşadığı kırılmaya karşı bir direniş odağı olmuştur.
Sanat ve Hakikatin Somut Örnekleri
Destanlar (İnanna, Gılgamış): Bu yazılı metinler, binlerce yıllık kadın emeğini, tanrı-kralların yükselişini, köle-efendi çelişkisini ve ölümsüzlük arayışlarını sanatsal bir dille günümüze taşımıştır. Mitolojiler, hakikatin bir söylem biçimi olarak, toplumun yaşadığı sorunları ve çelişkileri öyküselleştirerek ifade eder.
Müzik ve Ozanlık: Toplumun değer, anlam ve söz taşıyıcıları olan ozanlar, ahlaki ve şiirsel duruşu ifade etmiş, toplumsal anlamlılığı en yoğun şekilde yaşama ve ifade etme ayrıcalığına sahip olmuşlardır. Kürt müziği, Kürt hakikatinin dile geldiği en önemli sanatsal ifade biçimidir.
Mimari (Kale, Sur, Zigguratlar): Uygarlık tarihinde kentleşmeyle birlikte ortaya çıkan bu yapılar, tekelin baskı ve sömürü karargâhları olarak yükselmiş, aynı zamanda birer güç gösterisi ve ideolojik meşruiyet aracı olarak kullanılmıştır. Zigguratlar, egemen uygarlığın ve onun tüm kurumlarının “dölyatağı” olmuştur.
Kutsal Eşyalar ve Fetişler: Toplumun yaşamasına, ayakta kalmasına ve hamle yapmasına en çok katkısı olan nesneler (buğday, zeytin, koyun gibi) kutsallaştırılmış ve sanatsal bir değer kazanmıştır. Bu, günlük yaşam nesnelerinin kültürel anlam yüklendiğini gösterir.
Dil ve Edebiyat: Dilin kendisi, kadının toplumsal yaşamı sürdürülebilir kılma ve kültürü oluşturma sürecinde yaratıcı bir rol oynamıştır. Kürtçe “kom” kelimesinin komün, toplanmak anlamına gelmesi, Aryen kökenli dil grubunun bu komün etrafında geliştiğini kanıtlamaktadır. Musa Anter gibi yurtseverler, edebiyat yoluyla Kürtler için bir şeyler söylemeye çalışmış, asimilasyona karşı bir direniş sergilemişlerdir.
Sanatın Çarpıtılması ve Toplumsal Sorunlar
Uygarlık sürecinde sanatın asıl misyonu olan insan duygularını yüceltme ve barışçıl kılma işlevi, kâr hırsı ve iktidar arzusu uğruna çarpıtılmıştır. Sanat, güzellik ve barış duygularını istismar ederek, insanları hipodromlarda koşturulan yarış atlarına dönüştüren bir sistemin parçası haline gelmiştir. Bilim de benzer şekilde, hakikat kaygısı yerine sermaye ve iktidar üretmenin aracı olmuştur.
Özellikle ulus-devlet ideolojileri, “tek vatan, tek dil, tek ulus, tek kültür” gibi sloganlarla homojen toplum yaratma operasyonu yürütmüş, farklılıkları ve çeşitliliği inkâr etmiştir. Bu durum, Kürt gibi halkların kültürel soykırıma uğramasına ve kimliklerini yitirme tehlikesiyle karşı karşıya kalmasına yol açmıştır. Kadın, uygarlık ve modernite boyunca “ilk ev kölesi”, “seks aracı” ve “ücretsiz emekçi” olarak sömürülmüş, üzerinde kültürel bir soykırım yürütülmüştür. Erkek egemenliğinin kadın yaşamı üzerindeki hegemonyası, gezegenimizi yaşanamaz hale getirmektedir.
Sanat, Hakikat ve Özgürleşme
Sanat, toplumsal hakikatin güçlü bir ifade biçimi olarak, uygarlık ve modernitenin yarattığı sorunların, baskıların ve sömürünün çözümünde hayati bir role sahiptir. Önder Abdullah Öcalan’a göre , “daha büyük hakikatin ve bu hakikatlerin yol açtığı büyük yaşamsal eylemlerin gerektiğinde tek bir sözle başladığını” ve “söze dürüstçe bağlılık ve yaşamla bütünleştirme çabasından vazgeçilmedikçe hakikatin büyümesinin ve toplumda kendini özgür yaşamın zaferi gibi sunmasının kaçınılmaz olduğunu” belirtmektedir. Toplumlar, suya hasret topraklar gibi hakikate susamışlardır ve bu susuzluk giderildikçe özgür ve demokratik yaşamla tanışırlar.
Kürt halkının yaşadığı kültürel soykırım karşısında, sanat, özellikle müzik gibi ifade biçimleri, Kürt kimliğinin korunması, kendini ifade etmesi ve özgürleşmesi için vazgeçilmez bir araç olmuştur. Sanat, halkların tarihini, acılarını, direnişlerini ve umutlarını kuşaktan kuşağa aktaran, kolektif bilinci ve iradeyi canlı tutan bir köprüdür. Toplumsal yaşamın yeniden tanımlanması ve özgürleşmesi için, kadınla özgür eş yaşamın inşası ve mülkiyetçiliğin, cinsiyetçiliğin reddedilmesi esastır; bu süreçte sanat, bilim ve felsefenin bu dönüşüme öncülük etmesi gerekmektedir. Sanat, hakikatin peşine düşmek ve haksızlığın hesabını sormak için güçlü bir dil sunar ve böylece toplumların kendi özgür ve adil geleceklerini inşa etmelerine zemin hazırlar.