siyasetbaşe

YENİ ENERJİ KAYNAKLARI VE ENERJİ KORİDORLARI ÜZERİNDEN DÜNYA SİYASETİNİN DİZAYNI

Abdullah Öcalan Sosyal Bilimler Akademisi, Siyaset Komisyonu.

YENİ ENERJİ KAYNAKLARI VE ENERJİ KORİDORLARI ÜZERİNDEN DÜNYA SİYASETİNİN DİZAYNI

Yaşadığımız çağın, teknolojik olarak değişim-dönüşüme uğradığı bir dönemindeyiz. Siber güvenlik, yüksek düzeyde iletişim düzeyi, yapay zeka süreci, enerji nakli ile iklimle uyumlu enerjiye geçiş dönemini yaşamaktayız. Bu dönemde bir çok meslek, uzmanlık dalları, çalışma biçimleri ve ilişkilerin büyük değişim yaşayacağı görülüyor, uzmanlığa dayalı bir çok çalışmanın tasfiye olması ihtimal dahilindedir. Buna bağlı olarak petrolün bir süre sonra temel ihtiyaç olarak gündemden çıkması beklenmektedir. Petrolün yerine yeni enerji kaynakları devreye girecektir. Doğal enerji kaynakları yanında uranyum, titanyum, kobalt, bakır, alüminyum, elmas, hidrojen, altın vb. maddelere yönelim olacağı söylenebilir. Bu enerji kaynaklarının bulunduğu alanlar da Afrika coğrafyası olmaktadır. Son yıllarda bir çok devletin Afrika coğrafyasına yerleşmesi, gündemden düşmemesi yeni enerji ve değerli madenlerle ilgilidir. Rusya ve Ukrayna savaşı nedeniyle yaşanan enerji sıkıntıları, iklimle uyumlu enerjiye geçme yönelimini hızlandırılmış bulunmaktadır.

Şimdiden dünya elektrik, dalga, güneş ve rüzgar enerjisine dayalı devasa projelere gitme çalışmaları içine girmiştir. Elektrikli arabalar, uçuş araçları, deniz altı-üstü teknik ve araçlar, başta mesleki iş ve yazılım teknolojisi olmak üzere, yapay zeka robotları, teknikleri, kamera sisteminin makro-mikro alanlarda kullanılışı, bireyin her davranışının denetim altına alınması ve iletişim gibi alanlarda çok hızlı gelişmeler yaşanmakta. Bundan dolayı eski kavramlarla, siyasi, askeri ve sosyal duruşların bu süreci karşılayamayacağı açıktır.

Toplumsal gelişme süreçlerinde kömürün yerine petrolün geçişi, kol gücüne dayalı üretim araçları yerine sanayinin gelişmesi yeni çağı beraberinde geliştirmiştir. Yukarda verdiğimiz teknik-teknoloji ve enerji maddelerinin değişim örneği de, yeni bir çağa geçiş süreci olarak gelişecektir. Zira kapitalist üretimde kömürün ana enerji birimi olarak kullanıldığı dönemin kendine ait bir ulusal ve uluslararası hiyerarşi yarattığı bilinmektedir. İngiltere bu dönemin hegemon gücüydü. Kömürün yerini petrolün aldığı dönemde ise, ABD hegomonik güç olarak sahneye çıkmıştı. Dünya siyasetinin petrol birimi temelinde kendine ait bir hiyerarşisi söz konusuydu ve bunun merkezinde ABD bulunmaktaydı. Şimdi bu hiyerarşinin istenildiği gibi işlemediği görülmektedir.

Bu gelişmelerden kaynaklı, yeni dönemde dehşet düzeyde ve çılgınca bir savaş ortamı gelişmektedir. Ulus-devletler bütçelerinin çoğunu askeri ve buna bağlı tekniğe kaydırmış bulunmaktadır. Çılgınca savaşa doğru evrilen devlet politikaları, devlet aklının dengesizleştiği, nükleer tehditlerin günlük olarak dile geldiği, toplumlarında daha fazla korumacılığa başvurduğu, ticaret bariyerlerin artığı, ittifak sistemlerinin çözüldüğü, kurumların, kuralların ihlal edildiğini görmekteyiz. Bu süreçlerde, devletlerin geçmişe dayanarak-tutunarak tehditleri karşılama yönde eğilimleri giderek artmaktadır. Muhafazakarlık ve aşırı sağın güçlenmesinin temelinde bu tehdit, korku, güvensizlik ve belirsizlik vardır.

Bu dönemin en büyük şansızlığı alternatif sol siyasetin veya sistem karşıtlarının örgütlü olmayışıdır. Bu nedenle çılgınca gelişen hegemonya savaşını durduracak, sınırlandıracak bir güç bulunmamaktadır. Bundan dolayı var olan tehlikeli durum dehşetli bir sürece doğru evrilmektedir. Birinci ve İkinci dünya savaşlarında kapitalist hegemonyanın sınırsız saldırganlığını ve hakimiyet arzusunu Sovyetler Birliği sınırlamakta ve önlemekteydi. Bu yaklaşım toplumsal bağlamda çözümler getirmemiş olsa da savaşı ve sınırsız paylaşım arzusuna engel oluşturmaktaydı. Reel Sosyalist sistemin yıkılışıyla birlikte gelişen 3. Dünya savaşı sürecinde bu boşluğu dolduracak engelleyici bir güç bulunmamaktadır.

Bundan kaynaklı ittifak sistemlerinin çözüldüğü, tüm kuralların ihlal edildiği, uluslarası kurumların bağlayıcılığının kalmadığı bir dönemde yaşanan belirsizlik ve öngörüsüzlük, paylaşım düzeyinin hangi ortak noktalarda olacağı, uluslarası siyasi rejimin hangi renge bürüneceği ve dünya siyasal sisteminin yeni hegomonik güç yada güçlerinin kim-kimler olacağını belirsiz kılmaktadır. Bu sürecin çok yönlü olması ve özellikle bu dönemin belirsiz bir dönem olmasından kaynaklı siyasi analizlerin de günübirlik değişebileceğini öngörmek gerekir. Gelişen bu durumun paylaşım ve enerji kaynaklarına hakimiyet savaşı olduğu kuşku götürmez bir durumdur. Dolayısıyla dünya paylaşım savaşında teknolojik gelişmeler, yeni enerji kaynakları ve enerji-ticaret rotalarının belirleyici olacağı düşünülmektedir. Bu süreçte güçlerin birbirlerine karşı yaptıkları hamlelerin özünde enerji ve ticaret tekelinin kimin hakimiyetinde gelişeceği bulunmaktadır. Bu süreçte en önemli zeminleri, deniz, kara ve hava sahasındaki hakimiyetlerdir. Daha basit bir dille bu süreç araziyi pahalıya pazarlama dönemidir. Siyasi rejimlerin kırılmasından tutalım, çıkara dayalı yeni ittifak anlayışları, vekalet savaşları, yeni kural ve formül öne sürme süreçlerinin gelişmesine kadar önemli bir bölümü bu husus temelinde gelişmektedir.

Sanayi devriminden bu yana enerji kaynaklarına sahip olabilmek için kıyasıya bir yarış başlamış bu yarış bir çok savaşa sebep olmuştur. Geçmişte de sömürge anlayışına dayanan paylaşım savaşlarının olduğu bilinmektedir. Birinci dünya savaşı başta olmak üzere gelişen savaşların, krizlerin çoğunun, doğrudan veya arka planında, enerji kaynaklarına sahip olma veya enerjinin nakledildiği rotaların, güzergâhların güvenliğinin sağlanması bulunmaktadır. Bu sonuca ulaşmak için enerjinin büyümedeki rolünün, enerji maddelerinin kullanım alanlarının ve dünya üzerindeki miktar dağılımlarının ne olduğuna bakmak yeterli olacaktır. Enerji maddelerinin üretim alanları ile tüketim yerleri arasındaki jeopolitik durum, nakil hatları ve en büyük enerji tüketim bölgeleri üzerinden doğru bir tahlil yapılırsa, enerji madde tekeli için neden büyük savaşların verildiği sonucu da ortaya çıkacaktır.

Durum buysa yeni enerji rotaları ve güzergahları şu anda hangi düzeyde ve buna karşı iç içe geçmiş değişken çıkar bloklarının durumuna bakmalıyız. Büyük Ortadoğu Projesi dahil bir çok siyasal projenin temelinde enerji kaynaklarına sahip olmak, enerjinin nakledildiği rotaların, güzergâhların güvenliğinin sağlanması ve sermayenin engelsiz dolaşımı vardır. Ortadoğu da bir çok devletin yakılıp yıkıldığı, sermayenin dolaşımına engel olmaktan çıktığı görülmektedir. Fakat sermaye özünü temsil edecek siyasal işbirlikçi rejimlerinin kurulamaması nedeniyle, sermaye güvenliğini koruyacak bir taraftar oluşturma sürecinin tamamlanamadığı görülmektedir. Diğer taraftan enerji kaynakları ve güzergahları bakımından Başta Mısır, Tunus, Libya, Irak, Lübnan, Suriye, Yemen, İran ve Türkiye’de yaşanan yeni durum ve savaşların özünde de bu gerçeklik yatmaktadır. İsrail-Hamas, Azerbaycan-Ermenistan (Karabağ) savaşları ve Zengezur tartışması direk bu durumla bağlantılı gelişmelerdir. Türkiye’nin başta Kuzeydoğu Suriye, Güney ve Kuzey Kürdistan’a karşı, soykırım ve imha savaşı direk bu gelişmelerle bağlantılıdır. Rusya ve Ukrayna savaşı, Çin’i Tayvan üzerinden çevreleme ve ablukaya alma stratejisinin özünde paylaşım ve hegemon olma istemi bulunmaktadır.

Rusya’nın petrol, doğalgaz enerji hatları tekelini kırmak için NATO, ABD, İsrail, Avrupa ve Türkiye’nin arayış içinde oldukları biliniyor. Avrupa’nın enerji alanında Rusya’ya bağımlılığı bilinmektedir. 2000’li yıllarda Rusya öncülüğünde, Hindistan ve İranın katılımıyla Kuzey-Güney Enerji Koridoru antlaşmasının imzalandığı ama gerçekleşmediği biliniyor. Başta Rusya, İran, Suriye ve ilgili devletlerin Suriye üzerinden Akdenize açılan enerji koridor planlanmasının gerçekleşmediği, Suriyenin batı enerji politikasını kabul etmediği için savaşın yaşandığı önemli bir iddia olarak dile gelmiştir. Çin’in kuşak ve yol projesi, Latin Amerika, Afrika, Avrupa, Asya ve Ortadoğu olmak üzere önemli merkezlere kanca atarak çarpıcı projelerle sahneye girmesi enerji savaşlarını kızıştıran adımlar olmuştur. Buna karşı, batılı güçler cephesi de G20’de Afrika Birliğini de eklemleyerek Hindistan, Ortadoğu ve Avrupa ekonomik koridoruyla cevap olmuştur. Çin’in Ortadoğu’ya siyasi ve diplomatik yöntemlerle açılım yapması karşı hamle biçiminde gelişse de sonuçta Ortadoğu, tüm güçlerin kesiştiği ana nokta olmuştur. Her ne kadar dünyanın çeşitli yerlerinde bu gerginlik savaş hatta nükleer savaş tehdidi düzeyine gelmiş olsa da bu güçlerin kesiştiği ana güzergah Ortadoğu olmuştur. Çin ve Rusya’nın Ortadoğu’ya inmeleri bu gerçekliği ifade etmektedir. Yakın dönemde bazı güçlerin Ortadoğu’dan çıkacağı söylemleri gerçeği yansıtmamaktadır.

Diğer yönden Afrika coğrafyasının yeni enerji kaynakları deposu olarak yeni dönemde konumu güçlenecektir. Afrika kıtasında çok ciddi bir rekabet savaşı yürütüldüğü gözlemlenmektedir. İlaveten Hindistan, Ortadoğu ve Avrupa ekonomik koridoru ve bir kuşak bir yol projesini de içine ele alacak olursak, başta Afrika, Hint okyanusu, Arabistan yarımadası, Asya ve Doğu Akdeniz bölgeleri, Ortadoğu bölgesi üzerinden Kıbrıs, Yunanistan ve Avrupa’ya varması için dört ana girişi bulunmaktadır.

  1. Hint okyanusundan Afrika’nın doğu sahillerini takip ederek Babulmendep boğazıyla Kızıldeniz’e giren ve Süveyş kanalından Akdeniz’e ve oradan da Yunanistan-Kıbrıs ve Avrupa’ya ulaşan hat.

  2. Aynı hattı takip eden fakat aktarma olarak Mısır-Gazze hattı yani İsrail-Filistin üzerinden Avrupa’ya açılan hat.

  3. Afrika’nın güneyi ve batı sahillerini takiben Atlas okyanusuna ulaşan ve Avrupa’nın batı sahillerine veya Cebelitarık boğazından Akdeniz’e girerek Avrupa’nın güney sahillerine ulaşan hat.

  4. Çin’in Kuşak ve Yol Girişimi’ne alternatif olarak oluşturulan, Hindistan-Birleşik Arap Emirlikleri-Suudi Arabistan-Ürdün-İsrail üzerinden Avrupa’ya yönelecek olan IMEC (India-Middle East-Europe Corridor) hattı.

Bu dört ana kapı stratejik konumdadır ve en çok dikkat çeken alanlar olmaktadır. Özellikle bu güzergahların kesiştiği ana nokta İsrail ve Filistin topraklarıdır. İsrail ve Hamas savaşının ısrarla sürdürülmesinin nedeninin enerji yol temizliği olduğu açıktır. Diğer yönden ABD ve İran görüşmeleri, Hürmüz boğazı üzerinden İran’ı, Hindistan, Ortadoğu ve Avrupa ekonomik koridoruna dahil etme tartışmaları vardır. İran devletini Rusya ve Çin ekseninden çıkarmayı öngören bir planın tartışıldığını tahmin etmek zor değildir.

Dikkat edilirse ana güzergah hatları Ortadoğu ve doğu Akdeniz bölgeleri stratejik merkezler olmaktadır. Ayrıca Ortadoğu’nun enerji madde rezervlerini de stratejik ana kaynak deposu olarak ele almak gerekir. Bu ana rotaların Ortadoğu ve Kürdistan’daki enerji kaynaklarını da eklemleyerek taşımaları söz konusudur. Dolayısıyla dünyayla bağlantısı olan bu dört ana kapı ve körfez ülkeleri arazi değeri en yüksek olan bölgeler durumundadır.

Devam edelim, Afrika, Asya ve Ortadoğu bölgelerini birbirine bağlayan Sina yarımadası ve Filistin topraklarıdır. Sina çölü, Afrika kıtası ile Arap yarımadası arasında bir platodur. Coğrafik olarak Asya kıtasına dahildir. Sina çölünün doğusu, İsrail, Mısır sınırıdır. Bu topraklara hakim olan Akdeniz, Afrika ve körfeze hakim olur.

Bu duruma göre Ana kapılar ve hatlara göre güzergahların kesiştiği ana merkez olan doğu Akdeniz limanları hangi devletlerden oluşmaktadır.? Türkiye, Mersin İskenderun limanı, Suriye, Lazkiye Tarsus limanı, İsrail Hayfa limanı, Filistin, Gazze limanı, Lübnan’ın Beyrut limanı ve Kıbrıs limanı doğu Akdeniz limanları olarak paylaşılmaktadırlar. Şu anda yeni liman güvenlik antlaşmaları bu nedenlerden dolayı yapılmamıştır.

ABD ve İsraillin büyük projesi, bütün kapıların İsrail, Filistin-Gazze limanı üzerinden enerji koridorunun kurulmasına bağlıdır. Bu büyük proje ve muhtelif diğer projelerin gerçekleşebilmesi için geri kalan tüm limanlar pasif, edilgen konumda olup devre dışı kalması düşünülmektedir. Başta Suriye, Türkiye ve Lübnan limanları pasif konumunda olup devre dışı bırakılmak istenmektedir.

Bu büyük projeye göre, Suriye devleti, istikrarsız, yoksul, sorunlu, etkisiz, güçten düşmüş ve parçalı olması gerekmektedir.

Lübnan, ya işgal edilmiş olmalı bu olmazsa yönetimi değişmesi gerekmektedir. Ama her durumda mutlaka bu alana hakimiyet sağlanması gerekmektedir.

Mısır Sina yarımadası veya Sina çölü, Ürdün sınırı aynı düzeyde ya Mısırdan koparılmalı, ya bu anlayışla ittifak kurulmalı, yada mutlak bu bölgenini kontrol altına alınması gerekmektedir.

Türkiye mevcut dengeli pozisyonundan dolayı güvensiz oluşu, sürekli sistemin altını oyması, yanlış yerde konumlanması ve iç güvenlik sorunlarından dolayı, devre dışı bırakılan ülkeler arasındadır.

İsrail başbakanı Benyamin Netanyahu’nun ‘Ortadoğu’yu değiştireceğiz, Ortadoğu haritalarını geri dönmeyecek şekilde değiştireceğiz’ sözü bu gerçekliğe dayanmaktadır. Aynı şekilde Türkiye Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın ‘Hamas Gazze’de Anadolu’nun ileri hat savunuculuğunu yapıyor, Anadolu’yu savunuyor’ sözünü de bu büyük projeye karşı tutumunu ifade eden bir söylem olarak ele almak gerekir. Zira İsrail-Hamas savaşının bir yol temizliği olarak geliştirildiği tezi yanında İsrail, Arap antlaşmasına karşı geliştirilmiş bir plan olduğu tezi de ciddi anlamda tartışma konusudur. Sonuçta İsrail-ABD politikasıyla uyuşan bir süreç olarak ele alındığı görülmektedir.

Geliştirilmek istenen bu büyük projeye göre Türkiye coğrafik anlamda stratejik konumundan çıkmaktadır. Türkiye’nin savaş çığırtkanlığı ve bölgeyi karıştırma maksadının altında konumundan olma durumu vardır. Yeni dönemde taktiksel olarak ismi geçen devletlerle uzlaşma arayışı olsa da güvenirliği tartışmalı bir konumdadır.

İsraillin dehşet düzeyindeki katliam uygulamaları, projenin büyüklüğü ve Hamas’ın kesinlikle tasfiyesine dayanmasındandır. Türkiye bunun farkındadır tüm gücüyle bu projeyi boşa çıkarmaya çalışmaktadır. En son Rusya aklıyla gelişen Türkiye Suriye yakınlaşma süreci Suriye’yi pasif, parçalı konumdan çıkartıp güç ilişki denklemine koyma planlamasıdır. Ayrıca zemini oluşturulan İsrail ve Arap antlaşması karşısında Suriye devletini yakın markaja alma ve yeni cepheye dahil etme siyaseti yanında ABD’ye karşı şantaj siyaseti yapma ihtimali de vardır.

Ayrıca Türk ve Kürt savaşının bir çok nedeni olsa da en önemli gerekçesi de, Irak, Asya ve Avrupa’yı bir birine bağlayan ulaşım projesinin yol güvenliğini geliştirmek ve temizlemek olduğu anlaşılmaktadır. Kürdistan coğrafyası hem enerji rotası açısından hem de enerji kaynak zenginliği bakımından oldukça önemli bir kesişme noktasıdır. Bu alanda 50 yıllık savaş süreci enerji maddelerini arama bulmaya engel teşkil etmesi kadar enerji madde güzergahları için de engel pozisyonunda olduğunu belirtmek gerekir.

PKK’nin hem enerji kaynak arayışları hem de enerji yolları için engel pozisyonunda olduğu düşünülmektedir. PKK hareketi başta NATO ve diğer güçlerin gündeminde sürekli tasfiye edilmesi gereken bir hareket olarak yer almaktadır. Türk devletinin bu güçlerden aldığı destekle Kürt tasfiyesi için soykırım ve imha politikası yürütmektedir. Dolayısıyla TC tarafından Kalkınma Projesi adı altında hem enerji yol güzergahına karşı hem Kürt tasfiyesi için bir strateji içine girilmiştir. Hindistan, Ortadoğu ve Avrupa ekonomi koridorunu boşa çıkartmaya dönük hamleler içine girilmiştir. Bir taşla iki kuş vurma siyasetinin yürütüldüğü ortadadır. Hatta Irak’la ortaklaşma üzerinden KDP’nin tasfiyesi güdülürken, KDP ’ye dayanarak PKK’yi tasfiye etme planlanmıştır.

Türkiye’nin denge siyasetinin enerji güzergahlarına da yansıdığı görülmektedir. Hangi hegonomik gücün kazanacağı belirsizliğini korurken, Irak, Asya ve Avrupa’yı bir birine bağlayan Kalkınma Projesi, ileriki süreçte hem bir yol ve kuşak proje hem de Hindistan, Ortadoğu ve Avrupa ekonomi koridoruna eklemlenecek bir proje olarak düşünülebilir.

Büyük bir kaotik geçiş sürecine ve çok kutuplu bir aşamaya girmiş bulunan dünya durumu, devletleri bazen genel, bazen bölgesel ve bazen de yerel düzeyde ittifak anlayışlarına girmektedirler. ABD ve Rusya arasındaki büyük kapışma sırasında her iki devletle ilişkilerini sürdürmektedirler. Aynı devletler, dünya çapında süper bir devlet olan Çin ile stratejik ittifaklar kurarken yerel düzeyde de yeni bloklaşmalara öncülük etme hamleleri yapmaktadırlar.

Merkezi düzeyde ABD, Rusya ve Çin enerji güzergah projeleri arasında kıyasıya bir savaş hali yaşanmaktadır. Bu projeler üzerinden Ortadoğu ülkelerine bir tercih dayatılmaktadır. Yaşanan kaotik ara dönem sürecini aşma planları son enerji koridor durumları netleştikten sonra hızlanacaktır. Ya kuşak yol yada Hindistan-Ortadoğu ve Avrupa ekonomi koridoru devletleri tercihe zorlamaktadır. Arap devletleri, Türkiye ve İran ciddi bir tercihle karşı karşıyadırlar. Daha önce İsrail ve körfez devletleri Abraham antlaşmasıyla bu büyük proje için güçlü bir zemin yakalamışlardı. Bu zemine en çok karşı çıkan Türkiye ve İran olmuştu. İsrail ve Hamas savaşıyla bu antlaşma zeminine ara verildi denilebilir. Fakat İsrail ve Arap antlaşmasının devam edeceği görülmektedir. Arap ve İsrail çelişkisinden en çok faydalanan İran ve Türkiye olmuştur. Arap ve İsrail yakınlaşmasıyla birlikte Araplar için İran ve Türkiye tehlikesi ön plana çıkmış bulunuyor. Çünkü her iki devlette hegemonya peşindedirler. İran Safavi imparatorluk projesi ve Osmanlı imparatorluk projeleri Arapların en çok korktuğu durumdur. Bunun için İran ve Türkiye’ye karşı ABD projesi olarak gelişen Arapların, İsrail’le yakınlaşması yakın dönemde daha da gelişecektir.

Ortadoğu alanında bu kaotik dönemeçte rol üstlenebilecek devletlerin büyük ve küçük olmasına bakılmaksızın, rolünü hakkıyla yerine getirebilmesi temelinde arayışlar sürmektedir. Dolayısıyla kendilerine uygun, jeopolitik oyunda öne çıkabilecek devletler kendilerini öncü bir güç olarak dönüştürme stratejisini uygulamaktadırlar. Ortaya koyduğumuz Ortadoğu’ya açılan dört ana kapının hem geçiş güzergahı hem de enerji rezervleriyle en iddialı devletleri körfez devletleri olarak öne çıkmaktadırlar. ABD ve Avrupa’nın Arap İsrail antlaşma arayışı ve dayatmalarını körfez ülkelerinin öneminin artmasına bağlamak gerekmektedir.

Bu makalenin önemli bir tartışma konusu teknik-teknoloji ve enerji maddelerin değişim sürecinin, yeni bir çağa geçiş dönemi olmasıdır. Nasıl ki kömürün yerine petrolün geçişi ulusal ve uluslararası bir hiyerarşiyi yaratmış ise, petrolün yerine iklimle uyumlu enerjiye geçiş dönemi ve yeni enerji madde arayışlarıyla, bölgesel ve uluslarası yeni bir hiyerarşinin gelişeceğini öngörmek gerekir. Bu ülkeler için jeopolitik bir sürecin başlandığını belirtmek gerekir.

İşte körfez ülkeleri içinde bu arayış onları aktör olmaya yol açacak köklü değişimlerin merkezi yapmaktadır. Deyim yerindeyse, körfez ülkeleri için araziyi pahalıya pazarlayacakları bir döneme girilmiştir. Körfez ülkeleri, fosil yakıtlarının ana enerji kaynağı olmayacağı bir döneme geçileceğinin kaygısını yaşamaktadırlar. Bu nedenle körfez ülkeleri yeni dünyayla uyumlu hatta sıçramalı bir süreci başlatmışlardır. Körfez ülkeleri, petrole dayalı ekonomiden uzaklaşmaya çalışıyorlar, örneğin Suudi Arabistan’da toplam değeri 819 milyar dolar olan 5 bin 200 den fazla proje uygulama aşamasındadır. Körfez ülkeleri -başta Suudi Arabistan- Petrol dışında sürdürebilir bir ekonomi çerçevesinde, ABD, İngiltere, Hindistan ve Çin gibi bir çok ülkeyle ortak projeler için uzun vadeli antlaşmalara gitmektedir. Bunun için petrol satışına bağımlılığı azaltmayı, Turizm, sağlık, teknoloji, spor, eğitim gibi alanlara yabancı yatırımcıları çekmeyi amaçlamaktalar. Bir çok körfez ülkesinde oluşturulan dev kent projeleri yeni dünyayla uyumlu bir sürece öncülük ettiklerinin kanıtı durumundadır.

Örneğin post modern teknoKENT NEOM, Suudi Arabistan’ın kuzeybatısında, Kızıldeniz kıyısında inşa edilmeye başlanmıştır. 500 milyar dolarlık dev bir şehir projesidir. 9 milyon kişinin yaşayacağı petrol yerine iklimle uyumlu temiz enerjinin kullanılması planlanmaktadır. Yapay zeka metodolojisiyle beslenecek olan kent, akıllı şehir olarak gelişme gösterecektir. Benzer çerçevede, Diriyah kültür başkenti, Qiddiya eğlence merkezi, Amaala sağlık yaşam ortamı olarak hizmet verecek ve Kızıldeniz’de ise 90 adalı lüks turizm merkezi kurulacaktır. Diğer körfez ülkeleri içinde bu değişim sürmektedir. Körfez ülkeleri için bu sosyo-kültürel ve politik değişimler kuşkusuz kültürel ve dini tepkileri de beraberinde getirecektir. Bu konuda tecrübeli olan körfez ülkeleri, tepkileri dışa kaydırmada başarılı olmuşlardır. Bir çok cihadist eleman ve örgütü Suriye, Türkiye, Filistin, Afrika, Afganistan ve Pakistan’a yönlendirmişlerdir. Bu temelde Cihadist örgütlere milyarlarca dolar para akıtmaktan çekinmemişlerdir.

Özcesi çağımızın en gelişmiş devletleri körfez ülkeleri olmaktadır. Coğrafik olarak körfez coğrafyası dünyayla bağ kuran stratejik bir bölgedir. Afrika ve Asyayı bir birine bağlayan bu coğrafyadır. Özelikle Afrika’nın yeni enerji maddelerine yataklık yapması, burada ortaya çıkan enerji maddelerinin körfez üzerinden Avrupa’ya varması önemlerini artırmaktadır. Dünyanın tüm şirketleri yeni yatırımlar için yönünü körfez ülkelerine vermişlerdir. Bu kaotik dönemde en güvenilir ve istikrarlı ülkeleri körfez devletleri olmuştur.

Türk faşist devletinin ‘Kürtler faydalanmasın’ adı altında gelişen tüm kirli politikaları, Ortadoğu bölgesinde geliştirmiş olduğu kirli ittifak ve savaş konsepti nedeniyle sonuçta Türkiye’nin kaybetmesine yol açmıştır. Türk faşist siyasetinin Kürtlere karşı düşmanca tutumu Türkiye halkının kaybetmesine yol açmıştır. Geliştirdiği düşmanca politikalar nedeniyle Türkiye’nin yüzyıldır taşıdığı coğrafi misyon elinden alınacaktır. Değişen dünyada Türkiye coğrafik anlamda vazgeçilmez bir ülke olarak ele alınmayacaktır. Başta İsrail olmak üzere, körfez ülkeleri ve bir çok devlet bunun farkındadır. İsrail bunun için kendi varlığını ve geleceğini garantiye almak üzere Filistin’in bütün coğrafyasına hakim olmak istemektedir. Gücü yeter ise, Lübnan ve Sina çölünü de denetim altına almak isteyecektir. Bunları yapamaz ise, en azından kontrol altına almak isteyecektir.

İsrail devleti nasıl ki imparatorluk sürecinde Avrupa kıtasında kendi varlığının korunması ve geleceğe taşınması için kavimciliğe dayalı, ulus-devlet projesini geliştirip, her kavmin ulus-devlet sürecine ön ayak olmuşsa -ki bu büyük kıyım ve yıkımlara yol açmıştı- yeni dönemde de varlığını koruması, geleceğe taşıyıp garantiye alması için söz konusu olan bu büyük projenin gerçekleşmesi için tüm gücünü kullanarak yeni döneme öncülük etmek isteyecektir. Gözünü kırpmadan katliamlar serisine devam etmesi ortaya koyduğu büyük hedefle ilgilidir. Fakat İsrail devletinin kendini garantiye alması için yıkım ve kıyım üzerinden bunu başaramayacağını ancak büyük bir barış öncülüğü üzerinden dünyaya barış getirerek kendi varlığını garanti altına alabileceğini belirtmek gerekir.

Ortaya koyduğumuz dev projelerin durumu, akıbeti ve genel tanımlanan tabloya göre sürece daha yakından bakmakta yarar vardır. Çünkü büyük projelerin ilerlemesi ve yeni düzenin oturtulması gerekmektedir. Bu projeleri hem dünya çapında hem de bölge çapında engelleyen temel güçler olduğu bilinmektedir. Batılı hegomonik güçlerin kendi ihtiyaçları ve önceliklerine göre belirlediği uluslararası düzene devletler düzeyinde ciddi meydan okumaların varlığı bilinmektedir. Yeni ortaya çıkan aktörler, mevcut paylaşımdan daha fazla pay kapmak isterken, başta ABD ve batılı güçler buna şiddetle karşıdırlar. Bu güçlerin varlığı sistem içi hegomonik savaş biçiminde sürmektedir. Bu gerçeklik yanında özelikle Ortadoğu bölgesinde tam olmazsa da sistem karşıtları olarak konumlanan radikal hareketler bulunmaktadır. Bölgede öngörülen büyük projeleri engelleyen başta radikal cihadist hareketler ve radikal Şia hareketleri gibi hareketler bu proje önünde engeldirler ve şiddetle tasfiye edilmeleri ve ortadan kaldırılmaları öngörülmektedir. Radikal cihadist ve Şii hareketlerin sınıfsal, zihinsel ve toplumsal zemini, desteklenme durumları, sistem karşıtlığı konumunu tartışmalı kılmıştır. Üçüncü engel PKK hareketi olmaktadır. PKK hareketini sistem karşıtı konumu ve geliştirdiği alternatif demokratik modernite sistemiyle her bakımdan bunlardan ayırmak gerekir. Fakat bu üç oluşumun yeni dünya düzeni bağlamında kesinlikle ortadan kaldırılmaları ve engel olmaktan çıkarılmaları öngörülmektedir. Ayrıca bu üç oluşuma karşı ne tür katliam yapılırsa yapılsın bunları ortadan kaldırma yöntemleri karşısında dünya sessiz kalacaktır. Çünkü yeni dünya düzeni öncüleri bunları engel görürken, PKK hareketi için ise, hem yeni dünya düzeni hem de statükocu güçler engel olarak görmektedirler.

Filistin’de Gazze dehşeti bunun ifadesidir. Türkiye’de Kuzey Kürdistan’da cereyan eden öz yönetim sürecinde kentlerin yok edilmesi, insanların bodrumlarda diri diri yakılması ve dünyadan ses çıkmaması bununla ilgilidir. Güney Kürdistan’da kimyasal silah dahil her türlü silah ve tekniğin kullanılması PKK ve güney halkına reva görülen durum bununla bağlantılıdır. Rojava’da başta Afrin, Serekani, Gresipi ve diğer kentlerde uygulanan 21 yüzyıl soykırım modelleri buna örnektir. Arap Baharı olarak ifade edilen süreçte ortaya çıkan kent yıkılışları, göç ve katliamlar bunun ifadesidir. Bu üç engele karşı her türlü yöntem mubah sayılacaktır. Bu üç engel başta ‘iti ite kırdırma’ politikası yanında ya tasfiye edilecek ya güçten düşürülüp pasif konuma getirilecekler yada teslim olmaya zorlanacaklardır.

Bu büyük projelerin ve düzenin oturtulması bu gelişmelere bağlı olarak ilerleyecektir. Radikal cihadist hareketlerin alternatifi ‘Ilımlı İslam’ çizgisiydi. Hegomonik güçler bu projeyi denediler başaramadılar. Şii radikal hareketlerin alternatifleri Irak üzerinden öne çıkarılmaya çalışıldı. Hala bir gelişmenin olmayışı nedeniyle bir başarı sağlanmış değildir. PKK alternatifi olarak görülen KDP yerel ve mahalli olması nedeniyle bölgeyi kapsayacak bir güç değildir ama bu seçeneğin zorlanıldığı görülmektedir. Bunun için PKK’yi değişik yöntemlerle sisteme entegre etme planları yürütülmektedir. Ortadoğu’da engel pozisyonunda olan bu güçlerin durumları hakkında değerlendirme yapmak başka yazıların konusu olmaktadır.

Sonuç olarak, yaşadığımız dönemi sosyolog ve siyaset bilimcileri bir kaos süreci olarak tanımladılar ve bu kaos sürecinin yıllarca süreceği tahmin edilmektedir. Bu kaos sürecinin neye doğru evrileceği ve hangi tarz bir düzenin kurulacağı tam kestirilememektedir, çünkü dönemin temel karakteristik özelikleri, belirsizlik, güvensizlik ve öngörüsüz bir dönem olarak gelişmektedir.

Antonia Gramsci’ye atfedilen ‘ Eski dünya ölüyor, yeni dünya doğmak için mücadele ediyor, şimdi canavarlar zamanı’ sözü bu dönemin ruhunu ifade ediyor. Bu süreci tahlil etmenin en çarpıcı sözü bu olmuştur. Çünkü eski dünyanın güç ilişkilerinin, kurumlarının, sistemlerinin hatta aydınlanma sürecini temsil edildiği düşünce biçimlerinin, normlarının öldüğü, ama küresel dünya siyasetinde yeni ilişkilerin, yani siyasal rejimin henüz kurulmadığı, küresel ‘ara dönem’ denilen bir süreçteyiz. Dolayısıyla yaşadığımız dönem makro ve mikro iktidar güçlerinin hukuk, demokrasi, insan hakları, sınır güvenliği ve mevcut bulunan normları tanımadan, kendi gizli ajandaları için başta katliam olmak üzere, toplum kırım, doğa kırım, kadın kırım ve kent-köy yıkım politikası güttüklerine tanık oluyoruz. Öyleki bu ara dönemde geliştirilen saldırgan politikalar nükleer tehdit üzerinden ısrarla sürdürülmektedir. Güç ilişki ve dengesinin çözüldüğü bir dönemde belirsizlik, güvensizlik ve öngörüsüzlük sürecini tetikleyen şeyin öz olarak yeni sistem ve kurumların oluşmamış olması ve sistemin yapısal kriz içinde olmasına bağlayabiliriz.

Küreselleşmenin var oluşsal sorunlarının tümünü, sistemin yapısal sorunlarından kaynaklıdır. Mevcut kurumlarla bu sorunları karşılayabilecek yapısal özelikleri içinde taşımamaktadır. Belirsizlik kavramının temelinde bu gerçeklik yatmaktadır. Bu dönemin en belirgin özelliği, sistem yapısallığının kriz içinde olması ve İkinci Dünya Savaşından sonra kurulan dünya düzeninin bekçiliğini yapan ABD’nin yaşadığı büyük krizdir. İkinci Dünya Savaşından sonra dünya düzeninin aydınlanma süreciyle birlikte gelişen fikir ve sistemin ABD şahsında temsil edilmesiydi. Bu süreçte bu modelin aşındığı, hegemon hiyerarşisinde birinci, ikinci ve üçüncü aktörlerin çıktığı bir süreç yaşanmaktadır.

Bu yazıda hegomonik savaşın enerji koridorları, yeni ticaret rotaları ve sermayenin engelsiz dolaşımı üzerinden siyasal analize gitme tartışması yapılmıştır. Çünkü bu süreç belirsizlik sürecidir ve doğru bir siyasi analiz öngörüsü yapmak oldukça güçtür. Bunun için paylaşım savaşlarının özünde olan doğrudan veya arka planında enerji kaynaklarına sahip olma veya enerjinin nakledildiği güzergâhlarının kontrolü, yine sermaye sisteminin engelsiz dolaşımı esastır. Siyasi analizlere bu temel üzerinden gidilmiştir. Hem teknik teknolojik değişim, hem de enerji kaynaklarındaki değişim nedeniyle yeni bir dönemin başlangıcında olduğumuz belirtilebilir. Antonio Gramsci ’nin deyimiyle ‘eskinin öldüğü yeninin başlangıç çağındayız.’

Abdullah Öcalan Sosyal Bilimler Akademisi, Siyaset Komisyonu.

Related Articles

Leave a Reply

Your email address will not be published. Required fields are marked *

Back to top button